25 Ağustos 2015 Salı

Eczacılığın Babası Olarak Anılan ‘Claudios Galenos’

Eczacılığın Babası Olarak Anılan ‘Claudios Galenos’

Bergama, iki bin yıldır aynı adı korumuş ender kentlerden biridir. Bergama Krallığı’nın başkentidir. Hipokrat ve Galen Asklepionlar(sağlık alanları ) da yetişmiş ünlü hekimlerdendir. Kullanılan yöntemlerde o kadar ileri gidilmiştir ki radyoaktif özellikleri daha bugünlerde keşfedilen şifalı suları o zamanlarda bu kentin hekimleri kullanmıştır.. Antik dönemde, Anadolu’da yapıldığı bilinen ilk tıbbi girişim olan beyin delme ameliyatları (trepenasyon) da Bergama’da yapılmıştır.
Antik Anadolu tıbbının, tıp tarihi açısından en önemli doktorları, kuşkusuz Hipokrates ve Galen’di. Hipokrates’in ortaya koyduğu nesnel nedenlere dayalı,gözleme dayanan, akılcı, uygulamaya dönük ve dinsel-büyüsel etkilerden sıyrılmış tıp anlayışı Galenle sürmüş ve ondan sonra Rönesans’a kadar değişmemiştir.
 
Galen, Antik Roma'nın en önemli hekimlerindendir.
Claude Galen ya da Bergamalı Galen; Yunanca Galenos, Latince Galenus olarak bilinmektedir. İslam dünyasında Calinus olarak da bilinir M.S. 130-201 tarihleri arasında yaşamıştır. Galenos batılı tababet literatüründe père de la pharmacie, islam aleminde ise şeyh üs-saydile olarak anılır…
Genç yaşta önce felsefe sonra tıpla İlgilenmiş, İzmir’e giderek orada da tıp eğitimi aldıktan sonra İskenderiye’ye geçmiş anatomiyle ilgilenmiş. Hipokrat tıbbını öğrenmeye çalışmıştır. Buradaki çalışmalarından sonra 28 yaşındayken çok iyi bir doktor olarak Bergama’ya dönmüştür. Geldiğinde gladyatör okulunda bir doktora gereksinim varmış ve bu göreve atanmıştır.. Böylece daha da önemli bir konuma gelmiştir. Galen’in tıbba yaptığı katkılar o kadar iyiymiş ki Ortaçağ tıbbı “Galen Tıbbı” adıyla anılmıştır.. Sağlıkçıların amblemi olan yılan ve kase hikayesini anlatmadan geçmemek gerekir. Rivayet odur ki Galenos'a bir gün sağlık sorunları olan bir adam getirmişler. Öncelikle şehir girişinde Virankapıda rahipler bakıp inceleyip içeri almışlar, giysileri çıkarılmış, adam uyku odasına götürülmüş, ama sayıklamalarından ve gördüğü rüyalardan bir türlü tam olarak ne yapabileceklerine karar verememişler. Galenos'un karşısına çıktığında adam ayakta duramayacak kadar bitkin bir haldeymiş. Bu nedenle, Galenos bakmış adam kötüye gidiyor, kendisinin ve hastanenin itibarını sarsmamak için "seni buradan göndermek zorundayım." , "Akrabalarına da haber vereceğiz, seni Virankapı'nın ilerisindeki ormanlık alandan alsınlar demiş." Böylece, içerde ölmeyecek ve Asklepios'un adına zeval gelmeyecektir. Hasta adam orada yakınlarını beklerken, acıları daha da katlanılmaz bir hale gelmiş. Tam bu sırada, bir süt kasesi etrafında hem süt içmeye çalışan, hem de birbirlerini engellemeye çalışan iki yılan kavga ediyorlar ve zehirlerini bir taraftan süte saçıyorlarmış . Adam bir an önce ölmenin hevesiyle, süt kasesini içmiş. İçtikten sonra bayılan hastayı, yakınları bulmuş ve ölmek üzere olan adam, dirilmiş. Bu olay Galenos'a anlatıldığında Galenos panzehiri bulmuş ve bunun sevinciyle o günden bugüne tüm sağlıkçıların amblemi olan ve şu an Bergama Müzesi'nde sergilenen heykeli yaptırmıştır.
Galen, tedavi çalışmalarının yanı sıra anatomi, fizyoloji, farmakoloji bilimleri ve de felsefeyle ilgilenmiştir.., tıbbi ekoller ve yöntemler arasında bir sentez kurmayı başararak teorilerini, "Doğa boşuna hiçbir şey yapmaz" ilkesiyle hayata geçirmiştir. Toplardamar ve atardamar arasındaki farkı kavrayarak kalbin anatomisini ve damar sistemini keşfetmiştir. Ses telleri siniri Galenos tarafından bulunmuştur.
Galenos'un önemli araştırma ve çalışma alanlarından biri botanik ilaç yapımı ve uygulaması olmuştur. Ününü de özellikle yeni geliştirdiği araştırma yöntemiyle kazanmıştır. Galen’e göre analizler, hastalıkların incelenip iyileştirilmesinin temelini oluşturur. Droglardan ilaç elde etmeye başlamış olduğundan da eczacılığın ve farmasötik teknolojinin babası olarak kabul edilmiştir.
500 kadar bitki, hayvan ve mineral drogların üzerinde çalışma yapmıştır., purgatif formülasyonları olan (bağırsakların üzerinde boşaltıcı etkisi olan ) drogları çoğu zaman kullanmıştır.
Larenksi (gırtlak) tanımlamış ve konuşma ile sesi birbirinden ayırmıştır.; böylelikle Larengoloji ve ses biliminin kurucusu olarak ta kabul edilmiştir. Anevrizma (kan damarlarının duvarlarındaki zayıflama sonucu bir balon gibi genişlemesi ) ‘nın tanımını ilk kez yapan kişi olmuştur. Kendisinden sonra gelen tıp bilginlerine eşsiz bir kaynak ve birçok anahtar miras bırakmıştır. Bu nedenle Bergamalı Claudios Galenos, Hipokrat'tan sonra tıp bilimine en büyük katkıyı yapan kişi olarak anılmaktadır.
Hipokrat Tıbbın, Galenos ise Eczacılığın babası olarak bilinir.
Galenos bir yandan da mesleğiyle ilgili birçok kitap yazarak kısa zamanda meşhur olmuştur...Galen'in 400 yazılı eserinden günümüze 100 kadarı ulaşmış, kilisenin korunmasına alındığı için hızla yayılmıştır. Ölümünden sonra arkasında, uzun bir dönem boyunca başvuru kitabı olarak kabul görmüş çok sayıda eser bırakmıştır. Galenos vücutta üç temel ve önemli organ sayar: beyin, kalp ve karaciğer. Tıpta "galen veni" olarak geçen beyindeki bir toplardamara ismi verilmiştir.
Galen 161 yılında Roma'ya gitmiştir.. Roma imparatoru Marcus Aurelius Antonius'un ona hediye ettiği ve Viyana devlet kütüphanesinde çizimi bulunan madalyonun üzerinde "Roma'lıların imparatoru Antonius'tan, hekimlerin imparatoru Galenos'a" yazdığı söylenir. Roma ordu karargahında ordu doktorlarından üçü imparator Marcus Aurelius'un ateşli bir hastalığın eşiğinde olduğunu iddia etmişlerdir. imparator, Galen'i huzura çağırtıp görüşünü ister. Galen; imparatorun içinde bulunduğu şartları ve yaşını göz önüne alarak sıkıntısının sadece hazımsızlık olduğunu tespit etmiş ve bu nedenle şarap ve biber yanısıra ayaklarının sıcak ellerle ovulmasını tavsiye etmiştir… ve sonuçta imparator iyileşir.. Sırayla, Marcus Aurelius, Commodus, Pertinax, Septimus Severus gibi Roma imparatorlarını da tedavi etmiştir.
Galenos 70 yaşında Bergama'ya dönmüştür ve burada ölmüştür..
Bergamalı Galenos’un heykeli, sağlık teması ile EXPO 2020’ye aday olan İzmir’in bu önemli ilçesinde 2012 yılında kentin kültürel hazinesine katılmıştır. Heykeli 3 metre uzunluğunda ve tıp biliminin simgesi olan yılan motiflerinin bulunduğu 4 metrelik bir sütun üzerindedir…
Bergama Galenos Heykeli Bergama Belediyesi tarafından yapılmıştır. Bu Eczacılık Tarihi Çalışması ile Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ‘e 2012 Altın Havan Ödülü verilmiştir.

Kaynak Link.

Bir Sağlık Mirası Şehir ‘Bergama’

Bir Sağlık Mirası Şehir ‘Bergama’

Bergama, 8.500 yıllık tarihi, olağanüstü güzel doğası, şifalı doğal kaynaklarıyla Doğu’nun en batısında, Batı’nın en doğusunda bir kenttir. Tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır ve bu süre zarfında çeşitli bilimlerin doğuşuna da tanıklık etmiştir. Bunlardan biri de tıp ilmidir. Anadolu’da gelişen tıbbın ilk örneklerinin ve tıp biliminde kullanılan ilk aletlerin ,Bergama ve civarı bölgelerde bulunmuş olması bu görüşü desteklemektedir.
 
Bergama
Tarihteki ilk hastane veya hastane bölgesi diyebiliriz Bergama için. Bilindik de bir hikayesi var bu toprakların. Ünlü bir Romalı avlanırken yaralanıyor, buranın sularında şifa buluyor. Buraya bir tapınak yaptırıp olayı başlatıyor. Ama bu kadar önemli bir sağlık merkezi olmalarının nedeni, sağlıklı sular, şifalı otlar değil, uyguladıkları temel strateji.... Strateji şu; rahipler, ön bir muayene edip insanları şehrin içine o şekilde alıyorlarmış ve ölümcül hastalarla, hamileleri içeri almıyorlarmış. Kapıya da şimdiki esnafların "satılan mal geri alınmaz" yazdığı gibi şöyle yazmışlar "Bütün Tanrıların Kutsiyeti için Asklepion'a Ölüm Girmesi Yasaktır"...
Bergama’da uygulanan yöntemler şöyleymiş;. Ruhi hastalıklarda uyku odalarında yatırıp, rüyaları yorumlatma, bedensel hastalıklarda ise çamur banyoları, bitkisel yağ ya da merhemlerle masaj yapma, kan aldırma ve cerrahi müdahaleler gibi yöntemler uygulanıyormuş …

Bergama’da ilkler şunlardır;
• İlk parşömen (deriden kağıt yapımı)
• İlk Asya kütüphanesi (200000 ciltlik)
• İlk büyük hastane (Asklepion)
• İlk telkinle tedavi (Psikoterapi)
• İlk doğal tedavi (Müzik, tiyatro, spor, güneş ve çamur ile)
• İlk farmakoloji (doğal ilaçlar)
• İlk afyon modeli ilaç
• İlk kent hijyeni (sağlık alt yapısı )
• İlk tıp ve eczacılık simgesi olan yılan

Kaynak Link.

16 Ağustos 2015 Pazar

Aloıs Alzheimer Ve Alzheimer Hastalığı

Aloıs Alzheimer Ve Alzheimer Hastalığı
 
Alois Alzheimer 14 Haziran 1864’te, Bavyera’nın küçük bir kasabası Marktbreit’te doğdu. Tübingen, Berlin, Aschaffenburg Üniversite’sinde okudu ve 1887’de doktor diploması aldı.
Frankfurt’ta psikiyatri ihtisası yaptı ve kendini büyük ilgi duyduğu nöropatoloji dalında çalışmalara adadı. Ünlü nörolog Franz Nissl ile birlikte serebral korteksin normal ve patolojik anatomisi hakkında çalıştı. Alzheimer, dikkatli bir laboratuvarcı olarak dokunun mikroskobik yapısı hakkında ayrıntılı bilgiler sundu. 1903’de ünlü psikiyatrist Emil Kraeplin ile Munich Üniversitesi Psikiyatri kliniği’nde çalışmaya başladı. O dönemim yaygın hastalığı sifi lizin sinir sistemindeki tahribat ile ilgili araştırmalar yaptı. Çalıştığı laboratuvar ve isminin dünyadaki ünü sonucu, Hans-Gerhard Cruetzfeldt, Alfons Jacob, Friedrich H. Lewy (Lewy cisimciklerini tanımlamıştır) ve Gaetano Perusini (Alzheimer’in ilk olgusu August D’ye üç demans olgusu daha ekliyerek birlikte yayınlamıştır) gibi uluslararası önemli araştırmacılar laboratuvarında onunla çalışmaya katıldı. Bu yıllarda Alzheimer arterioskleroz, Huntington koresi, epilepsi gibi hastalıklarla ilgili önemli bulgular tanımladı.

Aloıs Alzheımer
Frankfurt’ta çalıştığı dönemde 1901 yılında Alzheimer, 51 yaşındaki hasta August D (Deter) ile karşılaştı. Bu hasta, evde kendine bakamaz duruma gelmiş ve bütün yardımları red eder durumda idi. Hastaneye yatırıldığında yapılan muayenesinde, yönelim ve bellek bozukluğu ile yazma ve okuma zorluğu saptandı. Belirtiler zamanla ilerledi, halusinasyonlar ve diğer kognitif fonksiyonlarda bozukluklar tabloya eklendi. 1906 yılında Agust D. vefat etti ve Munich’e taşındıktan sonra da onu izleyen Alzheimer, Frankfurt’taki eski kliniğinden hastanın klinik kayıtları ile otopsi yapmak için beynini istedi.
 
Hastanın beyninin mikroskobik incelemesinde, korteks normalden incelmişti ve beyinde iki anormal bulgu mevcuttu. Bunlardan biri, daha önceleri yaşlıların beyinlerinde de saptanan senil plaklar, diğeri o devirde ilk defa kullanılan gümüş boya ile boyanan nörofi briler yumaklar idi. Yumaklar daha önce hiç tanımlanmamıştı ve bulgu yeni bir hastalığa işaret ediyordu.
Dr.Emil Kraepelin
August D (Deter)
Alzheimer 1906 yılında “Güney-Batı Alman Akıl Hastalıkları Uzmanları Kongresi”nde bu olguyu “serebral korteksin tuhaf bir hastalığı” adıyla sundu. Dr. Alzheimer bir yıl sonra 1907’de, sunduğu bu olguyu “Genel Psikiyatri ve Adli Tıp Dergisi (Allgemeine Zeitschrift für Psychiatrie und Psychich-Gerichtliche Medizine)’nde “Serebral Korteksin Özgün Bir Hastalığı” başlığı ile yayınladı.1907’de hiç dikkat çekmiyen bu makale, aradan 70 yıl geçtikten sonra çok sık atıf alan bir yazı olur. Hastalığa Alzheimer ismini veren kişi Dr. Alzheimer’in klinik şefi Dr.Emil Kraepelin’dir. Kraepelin 1910’da yayınmlanan Klinik Psikiyatri kitabının 8.baskısının 627. sayfasında, “Senil Beyin Hasarı” başlığından sonra “Alzheimer Hastalığı” terimini kullanır.
1908 yılında profesör unvanı alan Alzheimer, 1912 yılında Breslau’daki psikiyatri kliniğinin başına geçer. Çalışmalarına burada sürdüren Alzheimer 19 Aralık 1915’te endokardite bağlı kalp yetmezliğinden vefat eder.
Dr. Alzheimer çalışma hayatında yorulmak bilmeksizin hastanenin servislerinde çalışan, vizitler dışında da hastalarını muayene eden, hasta dosyalarını inceleyen, çok sevdiği mikroskobik araştırmalarını büyük bir azimle sürdüren ve sevgi dolu huzuruyla meslekdaşlarının birçok taleplerini, sorularını ve dileklerini yerine getirmeye çalışan bir hekimdir.
Alzheimer’i ailesi ve arkadaşları ile gösteren fotoğraflarda bu devasa adamın bir akademisyen olduğu kesinlikle anlaşılmaz. Dik duruşu sert bir asker görüntüsü verse de aslında çok sakin ve doğal kişiliği, sempati ve güven taşır. Rahatı sever ve yaşamsal zevklerden kesinlikle kaçınmaz. İyi puro merakı vardır, espri anlayışı çok gelişmiştir, ancak öğrencilik yıllarındaki haşarı hali, yerini zamanla hoşsohbetliğe bırakmıştır. Meslek yaşamındaki gerginlikle geçen yıllar, coşkusundan ve haşarılığından çok şey almış olsa da, uyumluluğu hep ön planda olmuştur.
Alzheimer bütün dünyada, artık sokaktaki vatandaşın da bildiği bir isim haline gelmiştir. 52 yaşında, Alzheimer Hastası olacak çağa bile gelemeden, bu güne göre genç sayılabilecek yaşta ölen Dr. Alzheimer, 100 sene sonra bu kadar ünlü olabileceğini herhalde düşünemezdi. Alzheimer’i bu kadar ünlendiren, insan ömrünün uzamasıdır.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

İtalyan Heykeltıraş Gaetano Zumbo’nun “Veba” Çalışması


İtalyan Heykeltıraş Gaetano Zumbo’nun “Veba” Çalışması
İtalyan heykeltraş Gaetano Zumbo'nun korkunun, vahşetin ve ölümün iç içe olduğu
'Veba' çalışması
 
 


Ortaçağ'a Ait Veba Hastalığının Resmedildiği Bir Minyatür

Ortaçağ'a Ait Veba Hastalığının Resmedildiği Bir Minyatür
 
Ortaçağ'a ait bu minyatürde, 1349 yılında Belçika'nın Tournay kentinde patlak veren ve kentin üçte birinin ölümüne yol açan veba hastalığı resmediliyor.
 

Kaynak Link.

11 Ağustos 2015 Salı

'ESO' Kloroform Aparatı / Oxford, İngiltere,1945

'ESO' Kloroform Aparatı / Oxford, İngiltere,1945

İkinci Dünya Savaşı sırasında, müttefik askerleri tarafından ihtiyaç duyulan anestezi ekipmanı dahil olmak üzere tıbbi ve cerrahi teçhizat, çok büyük miktarlarda savaş alanına nakledilmesi gerekiyordu.


Oxford Üniversitesi Anestezi Nuffield Bölümünde geliştirilen, ESO (Epstein Suffolk Oxford) savaş sırasında yarananları ameliyatlarda anestezi etkisinin sağlanması için kullanılıyordu. 



Oftalmik Elektromıknatıs / Londra, 1940’lı Yıllar

Oftalmik Elektromıknatıs / Londra, 1940’lı Yıllar
Göze kaçan metal parçaları çıkarmak için savaş ortamlarında kullanılıyordu. 



Fransa’da 1800 – 1840’lı Yıllarda Kullanılan Fildişi Ve Gümüşten Yapılmış Diş Anahtarı

Fransa’da 1800 – 1840’lı Yıllarda Kullanılan Fildişi Ve Gümüşten Yapılmış Diş Anahtarı


Diş Çekmek İçin Kullanılan Diş Pelikanı / Avrupa, 1701 - 1800

Avrupada 1701 - 1800'lü Yıllarda Diş Çekmek İçin Kullanılan Diş Pelikanı



1 Ağustos 2015 Cumartesi

Modern Hemşireliğin Kurucusu : Florence Nightingale

Modern Hemşireliğin Kurucusu : Florence Nightingale

12 Mayıs 1820 – 13 Ağustos 1910
İngiliz Sosyal Reformcu, İstatistikçi Ve Hemşire.

Florence Nightingale daha küçük yaşlarda hastanelerde hastalara yeterince ilgi gösterilmediğini düşünür ve bunu düzeltmek için hastabakıcı olmak ister. Ailesi Nightingale'e izin vermez. Hastabakıcıların hastalarla birlikte pis işler yaptıklarını söyler ve karşı çıkar. Çünkü o dönemlerde hastabakıcılık hiçbir işi olmayan kızların yaptığı pis bir iştir. Ailesine ne kadar baskı yapsa da kabul ettiremez ve ailesinden ayrılarak hastabakıcı olur. Hastabakıcılığın kötü adını silmek ve bunu meslek haline getirmek ister. Bunu ülkenin bakanlarına kadar iletir fakat izin alamaz.


1854 yılında Üsküdar'daki Selimiye Kışlası'nda, Kırım Savaşı sırasında yaralanan İngiliz askerlerinin tedavi ve bakımını yapmıştır. Ayrıca İtalyanca, Fransızca ve İngilizce öğrenmiştir. Savaşın zor koşullarında, gece gündüz demeden yaralılara baktığı için askerler ona The Lady with the Lamp yani Lambalı Kadın adını vermiştir.


Savaştan sonra da bekar kalıp Londra'da hemşirelik okulu açmıştır. 1907 yılında Liyakat Nişanı alan ilk kadın olmuştur. 1910 yılında ölmüştür. 1961 yılında, Türkiye'de, açılan ikinci Yüksek Hemşirelik Okulu'na onun adı verilmiştir. Böylece dünya üzerinde ismini altın harflerle yazdıran ilk hemşire olmuştur.

Doğum günü olan 12 Mayıs, tüm dünyada hemşireler günü olarak kabul edilmiştir.

Prof.Dr. Ayten Altıntaş diyor ki

Prof.Dr. Ayten Altıntaş diyor ki;

Tıp Tarihi tıp biliminin neresinde olduğunuzu size öğretir,  
içinde yaşadığınız sistem ve düzen hakkında bilgi verir,
şimdiye kadar yaşadığınız hayata tekrar başka gözle bakmanızı sağlar  
ve şartlanmalarınızdan kurtarmak ister.


Tıp Tarihi Müzelerinin Önemi

Sağlık Tarihinin Dijital Mecrası



Sağlık Tarihinin Dijital Mecrası 'www.saglikmuzesi.org'

Sağlık Tarihinin Dijital Mecrası



Büyük Tıp Alimi: İbn-İ Sina ‘Avicenna’

Büyük Tıp Alimi: İbn-İ Sina ‘Avicenna’

İbn Sînâ 370 / 980 yılında Horasan’ ın Buhara şehrinin yanında Hermisan’ a yakın bir köy olan Afşana’ da doğdu. Asıl adı Ebû Ali el-Hüseyin İbn Abdullah İbn Hasan İbn Ali İbn Sînâ olup batı dünyasında “Avicenna” olarak bilinir. Devlet idaresinde çalışan Türk bir aileye mensuptu. Babası Belh’ ten Buhara bölgesine göç etmiş ve Samanoğulları sultanı Nuh İbn Mansur zamanında bölgedeki Harmaysan kasabasının idarecilik görevini yürütmüştür. Bir müddet sonra Afşana’ ya dönen İbn Sînâ’ nın babası, evlenmiş ve İbn Sînâ ile kardeşi burada dünyaya gelmiştir. Daha sonraları da Buhara şehrine göç ederek oraya yerleşmişlerdir.


İbn Sînâ’ nın hayatı ile ilgili açıklamalar, onun sadık öğrencisi Ebû Ubeyd el-Cüzcanî tarafından kaleme alınan özgeçmişi ile bizlere kadar intikal ettirilmiştir. Bu özgeçmiş İbn Sînâ’ nın kendisinin hayatını anlatmasıdır. İbn Sînâ’nın kendisinin anlattığına göre on yaşında Kur’an-ı Kerim’ i ezberlemiş ve bunun yanında lisan bilgisi ile edebiyatı da çok iyi talim etmiştir. Bu arada İbn Sînâ’ nın hayatında İsmâilî olduğu söylenen babası ve aile çevresinden edindiği nefis, akıl gibi konularla ilgili mütalaalar felsefe öğrenimine de zemin hazırlamış olur. Bu dönemde Buhara’da felsefî konularda söz sahibi olan gerçek bir filozof olarak tanınan Ebû Abdullah el-Nâtılî’ nin öğrencisi olur. Daha önce İsmail el-Zahid’ den hukuk tahsil eden İbn Sînâ’nın kıvrak zekası hocası Nâtılî’ yi şaşırtır. Hocasından mantık ilminin genel konularını da okur. İbn Sînâ çok okuyan, çok öğrenen bir insandı. Felsefe, Mantık, Astronomi, Tabiî ve Riyazî İlimler onun çok iyi bildiği bilim dalları idi. Üstelik İslâm Dini’ ni de derinlemesine inceliyor ve kendi anlayışına göre de savunuyordu.
Öyle ki, İbn Sînâ bilgiye karşı büyük bir susuzluk çekiyordu. Eline geçirdiği bütün ilmî ve felsefî kitapları okuyor, mütalaa ediyor ve yorumluyordu. Bu belirttiğimiz dönem onun kısa ömrünün daha on yedinci yılına tekabül ediyordu ki o kendi kendine Tıp ilmine de aşina olmuş ve daha bu yaşta devrinin tıp otoriteleri arasında zikredilmeye başlanmıştı.
Bütün ilimlerde otorite olarak kabul edilen İbn Sînâ, Metafizik’ e yönelmiş ve Aristo’ nun Metafizik adlı eserini defalarca okumasına rağmen anlayamamıştı. Artık bu eserin anlaşılamayacağı kanaatine vardığında Fârâbî’ nin bu eser hakkında yazdığı şerh eline geçmiş ve kendi ifadesine göre, Aristo’ nun bu esrini Farabi’ nin şerhinden anlamıştır.
Aslında İbn Sînâ kendinden önceki filozoflardan sadece Farabi’ ye değer verir ve ondan övgüyle söz eder. Daha onyedi yaşlarında olduğu bu dönemde Buhara sultanı Nuh b. Mansur amansız bir hastalığın pençesinde acı çekmektedir. Getirtilen tabipler onun derdine çare bulamamaktadırlar. Bir ümit olarak İbn Sînâ saraya davet edilerek sultanı tedavi etmesi istenir. Sultanı tedavi eden İbn Sînâ’ yı sultan ödüllendirir ve Sıvanu’l-Hıkme adlı saray kütüphanesine müdür olarak tayin eder. Bu dönemde İbn Sînâ çok kitap okudu ve birçok eserler yazdı. Komşusu olan Ebu’l-Huseyin el- Aruzî ondan bütün ilimler hakkında bilgi veren bir eser yazmasını isteyince onun adıyla anılan el-Hıkmetü’l-Arûdıyyah adlı açıklayan el-Hâsıl ve’l-Mahsûl adlı eseri ile, ahlâka ait el-Birr ve’l-İsm adlı eserini yazdı.