Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor
İzmir'in Urla ilçesinde
Karantina adasında bulunan ve ziyaret edilemeyen Tahaffuzhane'nin Sağlık
Müzesi olacağı bildirildi. Antik çağdan kalıntıların da bulunduğu Karantina
adasında bulunan Devlet Hastanesi'nin yeni binasına taşınması ile ada tamamiyle
sağlık müze ve eğitimine tahsis edilecek.
EXPO 2020 teması ile de
uyuşan sağlık müzesi düşüncesi, turizmciler tarafından çok geçikmiş bir adım
olarak niteleniyor.
1800'lü yıllar, tüm dünyada
kolera, tifüs, veba, sarı humma, çiçek gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın
olduğu yıllar. Bu salgın hastalıklardan korunmak amacıyla Osmanlı Devleti'nin
ülkenin bir çok yerinde tahaffuzhaneler kurmuş. Bunlardan biri de Urla'da.
Tahaffuzhane, sefer
sırasında yolcu ya da çalışanları arasında bulaşıcı hastalık görülen gemilerin
karantina sürelerini geçirip, gerekli sağlık önlemleri alınıncaya kadar
konakladıkları, hastaların iyileştirilmesi için büyük liman yakınlarına
kurulmuş sağlık kuruluşları olarak tanımlanıyor.
Klazomen (Urla) Tahaffuzhanesi 1865 yılında, o
dönemde sterilizasyon konusunda oldukça iyi durumda olan Fransızlara
yaptırılıyor. Ada, ticaret gemileri ve yolcu gemilerince, özellikle de kuzey
hac yolu için Anadolu, Rumeli, Bosna ve Rusya'ya gidip gelen hacılar için
düşünülmüş ve işlevini 1950 yılına kadar sürdürmüş. Daha sonra günün
koşullarına uygun olarak bir salgın ya da bulaşıcı hastalıklarda kullanılmak
üzere ada üzerine Karantina Hastanesi yaptırılmış. Bina önce Deniz ve Güneş
Tedavi Enstitüsü sonra Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olarak
kullanılmış. 1986 yılında Urla Devlet Hastanesi olarak kullanıma açılmış.
Binası ve donanımıyla 148 yıldır ayakta olan Klazomen
Tahaffuzhanesi ya da bugün bilinen adıyla Karantina Adası, Amerika'daki Ellis
Adası ve Hırvatistan Dubrovnik'teki Zupa Dubrovacka Adası ile birlikte dünyada
ayakta kalmayı başarmış, tescilli üç karantina adasından biri.
Klazomenai Antik Kenti'nin yanıbaşındaki adaya bugün
bizi ulaştıran yol 1950 yılında inşa edilmiş. Ancak daha önce ulaşımı sağlayan
iki yolun daha bulunduğu biliniyor. Biri tahaffuzhaneyi inşa eden Fransızlar'ın
yaptığı, şimdiki yolun kuzeyine düşen köprülü yol. Diğeri de antik kalıntıları yolun
hemen yanında görülen M.Ö. 6. Yüzyıl'da İskender Dönemi'nde yapılan mermer
bloklarla döşeli yol.
Daha yoldayken bile tarihle, doğayla
kucaklaştığınız, tatlı esintiyle içinize dolan oksijenle rahatladığınız
yemyeşil adaya geldiğinizde sizi bir tabela karşılıyor. Sağlık Bakanlığı Hudut
ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Urla Karantina Adası Müdürlüğü. Kocaman
tabelanın altında yine iki ayrı tabela var. Biri Urla Devlet Hastanesi'ni,
diğeri İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi'ni işaret ediyor.
Sola dönüp tahaffuzhane binasının da olduğu eğitim
merkezine yöneliyoruz. Çam ağaçları, palmiye ağaçları ve tertemiz bir deniz.
Oksijeni bol, insanın ömrüne ömür katar denilen bir yer burası. İzmir İl Sağlık
Müdürlüğü Eğitim Merkezi olarak kullanılan bölümde bugün Türkiye'nin dört bir
yanından gelen Sağlık Bakanlığı çalışanlarına simülasyonlu ileri sürüş
tekniklerinin yanı sıra ileri yaşam desteği eğitimleri de veriliyor.
Tahaffuzhane binası, Karantina Adası Müdürlük
binasının az ilerisinde pembe bir bina. Deniz manzaralı bina sessizce
selamlıyor sizi. Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu ile birlikte tarihi
Tahaffuzhane binasına gidiyoruz. Yolda 2008 yılında göreve geldiği adada
yaptıkları çalışmaları anlatıyor Koçoğlu.
Dr. Behçet Uz döneminde ağaçlandırılan adayı, son
yıllarda da kurdukları seralarda üretilen bitkilerle yeşillendirdiklerini
belirten Koçoğlu, adada kurum olarak binanın ve içindeki donanımın ayakta
kalması için çalışmalar yapıldığını, ama buranın bir Sağlık Müzesi olduğunda
gerçek değerini bulacağına dikkat çekiyor.
323 dönümlük arazi içinde 1000 metrekarelik bir
alanda kurulu Tahaffuzhane binasının girişinde bir raylı sistem bulunuyor. Urla
Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu, buradaki işleyişi Tahaffuzhane'yi
gezdirirken anlatıyor.
Koçoğlu'nun verdiği bilgiye göre, yolcular adanın
bir mil açığında demirleyen gemilerden filikalarla adaya getiriliyor, eşyaları
da raylı sistemle binaya geliyordu. Yolcular eşyalarının içeri alındığı kapının
haricindeki kapılardan içeri alınarak kayıt ve ön muayeneden sonra duş
yerlerine gönderiliyordu. Önce kıyafetleri çıkartılıp numaralı filelere
konuluyor, bu numaralar kişilerin bileklerine de yazılıyordu. Filelerdeki
eşyalar 360 derece dönebilen dolaplarla soyunma odalarının arka tarafında olan
görevlilere aktarılıyordu.
Görevliler kıyafetleri alıp dezenfeksiyon ve
sterilazyon işleminin yapılacağı bölüme gönderiyorlardı. Kıyafetler, kişisel
eşyalar ve gemide kullanılabilen ve yıkanabilecek eşyalar da dezenfeksiyon
kazanlarında dezenfekiyon işlemine tutuluyordu. Yolcularsa kendilerine verilen
sabun, peştamal ve takunyalarla sterilize edilmiş suyla yıkanıyor, duştan
çıkanlara steril gisyileri teslim ediliyordu.
Gelen yolcular banyo işleminden sonra temizce doktor
kontrolünden geçip üç gün adadaki tesislerde misafir ediliyordu. Üç gün
süresince gemide salgına neden olabilecek fare ve zararlıların yok edilmesi
işlemi de yapılıyordu. Bu arada hasta olan yolcular için de özel işlemler
uygulanıyordu. Onlar adanın bir başka bölümüne tecrit bölümüne gönderiliyor,
tedavi edilene kadar orada kalıyordu. Hastalıktan ölenlerse adada kendi
usullerince yapılan dini törenin ardından sönmüş kireç dökülerek adanın
doğusundaki mezarlığa gömülüyordu. Şaban Koçoğlu, bu şekilde adada yaşamını
yitiren 300-350 kadar yolcunun yattığının söylendiğini anlatıyor.
Anlatılanlar sanki bir film senaryosu gibi
canlanıyor gözümüzde. Bugün sadece rüzgarın sesinin duyulduğu adada, filikalardan
eşyalarıyla birlikte telaşla inen kadın erkek, genç yaşlı farklı ülkelerden
insanların koşuşturduklarını düşlüyoruz. Biliyoruz ki burası geçici yolcuların
yanı sıra, binbir umutla ve acılarla gelen mübadillerin de ülkeye giriş noktası
aynı zamanda. Kimbilir ne düşüncelerle adaya adımlar atıldı diye düşünmeden
edemiyoruz.
Raylı sistemin olduğu ana kapıdan içeri girdiğimizde
etüv kazanlarını görüyoruz. Bu araçların küçük onarımlarla bugün bile işlevsel
olabileceğini öğreniyoruz. Urla Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu,
"1984-1986 yıllarında Kemik Hastanesi olarak kullanılan Urla Devlet
Hastanesi'nin sterilizasyon kazanlarının bozulması nedeniyle tahaffuzhanedeki
otoklavlar iki yıl boyunca sterilizasyon işlemini yürütmüştü" diye
anlatıyor.
Etüv kazanlarının olduğu yerdeki ahşap dolaplar hala
çalışır durumda. Bu bölümün ardından banyoların olduğu bölüme geçiyoruz. Yerler
mermer kaplı, duş kabinleri, duşluklar, zarif sabunluklar, askılıklar hala
yerli yerinde. Koruma amacıyla yıllar boyunca kaba bir boyayla boyanmış olsa da
müze projesi yaşama geçtiğinde her şey orijinal haline dönebilecek.
Tahaffuzhane binası tahmin edebileceğiniz gibi soğuk
bir mekan. "Burası filmlerde gördüğümüz Nazi kamplarına benziyor
biraz" deyince Koçoğlu, "Bunu ilk söyleyen siz değilsiniz. Burayı
ziyarete gelen yabancılar da önce bir şaşırıp Almanya'daki Nazi Kampları'nı
anımsattığını söylüyorlar. O zaman bizde şunu belirtiyoruz. O kamplar insanları
öldürmek için yapılmıştı. Burada ise insanlar sağlıklarına kavuşuyordu
diyoruz" karşılığını veriyor.
Tahaffuzhane binasındaki araçların küçük onarımlarla
işleyebilecek konumda kalmasını sağlayan bir ekip de var elbette adada.
Ekipteki en önemli insanlardan birisi, yaşamı adada geçmiş teknisyen Ahmet
Özdemir. "Babam da burada çalışırdı, adanın bahçevanıydı" diyen
Özdemir, iki yaşında geldiği adada etüv kazanlarını bugün çalıştırma belgesine
ve bilgisine sahip tek kişi.
Dünyadaki örnekleri içinde donanımı korunan en iyi
tahaffuzhanenin Klazomen Tahaffuzhanesi olduğuna dikkat çeken Şaban Koçoğlu'na
müze projesinin ne aşamada olduğunu soruyoruz. "Bakanlıktan cevap
bekliyoruz" diyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na iki yıl önce sunulan
Sağlık Açık Alan Müzesi projesinin yanı sıra adaya gelen yol için de tarihi
misyonla uyumlu bir Kazıklı Yol Projesi daha olduğunu öğreniyoruz.
Adanın kurulduğundan bu yana sağlık alanında hizmet
verdiğine dikkat çeken Şaban Koçoğlu, projenin gerçekleşmesi durumunda Türkiye'deki
ilk sağlık açık alan müzesinin İzmir'e kazandırılacağını belirtiyor. Müzede
suyla tedaviden müzikle tedaviye farklı tedavi yöntemlerinin interaktif şekilde
sunulması hedefleniyor. Sağlık alanında kullanılan yöntemleri, araçları sunmak,
balmumu heykellerle, sesli bilgi sistemiyle, farklı dillerde gelen
ziyaretçileri bilgilendirmek, adaya ilişkin arşivlerdeki fotoğrafları belgeleri
sergilemek diğer hedefler.
Tahaffuzhane'nin bulunduğu adada, ambulanslara
ilişkin de bir açık sergileme alanı yapılması planlanmış. Yurt dışındaki benzer
müzelere girişlerin 70-80 Euro olduğuna dikkat çeken Koçoğlu, "Bizim
binamız benzerlerinin yanında daha iyi donanıma sahip. Alanımız antik bir
kentin ortasında, doğal güzelliklerimiz eşsiz. Niye böyle bir mekanı sağlık turizmine
kazandırmayalım?" diyor.
Ülkeyi veba, tifüs, kolera gibi hastalıklardan
korumak amacıyla inşa edilmiş ve bugün hala ayakta duran yapıları ve
donanımıyla ada, gerçekten de böyle bir ilgiyi çoktan hak ediyor. Ada, aynı
zamanda ana teması sağlık olan EXPO için değerlendirilebilecek çok önemli bir
kültürel varlık.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı Adana'ya kaptıran (!)
İzmir'de, kurumun yaptırdığı proje umarız daha fazla beklemez ve kısa sürede
yaşama geçer. Bir sonraki ziyaretimizin müze açılışı için olmasını dileyerek
adadan ayrılırken, sessizliğini bunca yıl koruyan tahaffuzhanenin kurulma
amacıyla bir daha hiç kullanılmaması da bir başka dileğimiz oluyor.
(Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder