23 Eylül 2015 Çarşamba

Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor

Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor
İzmir'in Urla ilçesinde Karantina adasında bulunan ve ziyaret edilemeyen Tahaffuzhane'nin Sağlık Müzesi olacağı bildirildi. Antik çağdan kalıntıların da bulunduğu Karantina adasında bulunan Devlet Hastanesi'nin yeni binasına taşınması ile ada tamamiyle sağlık müze ve eğitimine tahsis edilecek.

EXPO 2020 teması ile de uyuşan sağlık müzesi düşüncesi, turizmciler tarafından çok geçikmiş bir adım olarak niteleniyor.

1800'lü yıllar, tüm dünyada kolera, tifüs, veba, sarı humma, çiçek gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu yıllar. Bu salgın hastalıklardan korunmak amacıyla Osmanlı Devleti'nin ülkenin bir çok yerinde tahaffuzhaneler kurmuş. Bunlardan biri de Urla'da.

Tahaffuzhane, sefer sırasında yolcu ya da çalışanları arasında bulaşıcı hastalık görülen gemilerin karantina sürelerini geçirip, gerekli sağlık önlemleri alınıncaya kadar konakladıkları, hastaların iyileştirilmesi için büyük liman yakınlarına kurulmuş sağlık kuruluşları olarak tanımlanıyor.


Klazomen (Urla) Tahaffuzhanesi 1865 yılında, o dönemde sterilizasyon konusunda oldukça iyi durumda olan Fransızlara yaptırılıyor. Ada, ticaret gemileri ve yolcu gemilerince, özellikle de kuzey hac yolu için Anadolu, Rumeli, Bosna ve Rusya'ya gidip gelen hacılar için düşünülmüş ve işlevini 1950 yılına kadar sürdürmüş. Daha sonra günün koşullarına uygun olarak bir salgın ya da bulaşıcı hastalıklarda kullanılmak üzere ada üzerine Karantina Hastanesi yaptırılmış. Bina önce Deniz ve Güneş Tedavi Enstitüsü sonra Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmış. 1986 yılında Urla Devlet Hastanesi olarak kullanıma açılmış.

Binası ve donanımıyla 148 yıldır ayakta olan Klazomen Tahaffuzhanesi ya da bugün bilinen adıyla Karantina Adası, Amerika'daki Ellis Adası ve Hırvatistan Dubrovnik'teki Zupa Dubrovacka Adası ile birlikte dünyada ayakta kalmayı başarmış, tescilli üç karantina adasından biri.


Klazomenai Antik Kenti'nin yanıbaşındaki adaya bugün bizi ulaştıran yol 1950 yılında inşa edilmiş. Ancak daha önce ulaşımı sağlayan iki yolun daha bulunduğu biliniyor. Biri tahaffuzhaneyi inşa eden Fransızlar'ın yaptığı, şimdiki yolun kuzeyine düşen köprülü yol. Diğeri de antik kalıntıları yolun hemen yanında görülen M.Ö. 6. Yüzyıl'da İskender Dönemi'nde yapılan mermer bloklarla döşeli yol.


Daha yoldayken bile tarihle, doğayla kucaklaştığınız, tatlı esintiyle içinize dolan oksijenle rahatladığınız yemyeşil adaya geldiğinizde sizi bir tabela karşılıyor. Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Urla Karantina Adası Müdürlüğü. Kocaman tabelanın altında yine iki ayrı tabela var. Biri Urla Devlet Hastanesi'ni, diğeri İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi'ni işaret ediyor.

Sola dönüp tahaffuzhane binasının da olduğu eğitim merkezine yöneliyoruz. Çam ağaçları, palmiye ağaçları ve tertemiz bir deniz. Oksijeni bol, insanın ömrüne ömür katar denilen bir yer burası. İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi olarak kullanılan bölümde bugün Türkiye'nin dört bir yanından gelen Sağlık Bakanlığı çalışanlarına simülasyonlu ileri sürüş tekniklerinin yanı sıra ileri yaşam desteği eğitimleri de veriliyor.


Tahaffuzhane binası, Karantina Adası Müdürlük binasının az ilerisinde pembe bir bina. Deniz manzaralı bina sessizce selamlıyor sizi. Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu ile birlikte tarihi Tahaffuzhane binasına gidiyoruz. Yolda 2008 yılında göreve geldiği adada yaptıkları çalışmaları anlatıyor Koçoğlu.

Dr. Behçet Uz döneminde ağaçlandırılan adayı, son yıllarda da kurdukları seralarda üretilen bitkilerle yeşillendirdiklerini belirten Koçoğlu, adada kurum olarak binanın ve içindeki donanımın ayakta kalması için çalışmalar yapıldığını, ama buranın bir Sağlık Müzesi olduğunda gerçek değerini bulacağına dikkat çekiyor.

323 dönümlük arazi içinde 1000 metrekarelik bir alanda kurulu Tahaffuzhane binasının girişinde bir raylı sistem bulunuyor. Urla Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu, buradaki işleyişi Tahaffuzhane'yi gezdirirken anlatıyor.


Koçoğlu'nun verdiği bilgiye göre, yolcular adanın bir mil açığında demirleyen gemilerden filikalarla adaya getiriliyor, eşyaları da raylı sistemle binaya geliyordu. Yolcular eşyalarının içeri alındığı kapının haricindeki kapılardan içeri alınarak kayıt ve ön muayeneden sonra duş yerlerine gönderiliyordu. Önce kıyafetleri çıkartılıp numaralı filelere konuluyor, bu numaralar kişilerin bileklerine de yazılıyordu. Filelerdeki eşyalar 360 derece dönebilen dolaplarla soyunma odalarının arka tarafında olan görevlilere aktarılıyordu.


Görevliler kıyafetleri alıp dezenfeksiyon ve sterilazyon işleminin yapılacağı bölüme gönderiyorlardı. Kıyafetler, kişisel eşyalar ve gemide kullanılabilen ve yıkanabilecek eşyalar da dezenfeksiyon kazanlarında dezenfekiyon işlemine tutuluyordu. Yolcularsa kendilerine verilen sabun, peştamal ve takunyalarla sterilize edilmiş suyla yıkanıyor, duştan çıkanlara steril gisyileri teslim ediliyordu.


Gelen yolcular banyo işleminden sonra temizce doktor kontrolünden geçip üç gün adadaki tesislerde misafir ediliyordu. Üç gün süresince gemide salgına neden olabilecek fare ve zararlıların yok edilmesi işlemi de yapılıyordu. Bu arada hasta olan yolcular için de özel işlemler uygulanıyordu. Onlar adanın bir başka bölümüne tecrit bölümüne gönderiliyor, tedavi edilene kadar orada kalıyordu. Hastalıktan ölenlerse adada kendi usullerince yapılan dini törenin ardından sönmüş kireç dökülerek adanın doğusundaki mezarlığa gömülüyordu. Şaban Koçoğlu, bu şekilde adada yaşamını yitiren 300-350 kadar yolcunun yattığının söylendiğini anlatıyor.


Anlatılanlar sanki bir film senaryosu gibi canlanıyor gözümüzde. Bugün sadece rüzgarın sesinin duyulduğu adada, filikalardan eşyalarıyla birlikte telaşla inen kadın erkek, genç yaşlı farklı ülkelerden insanların koşuşturduklarını düşlüyoruz. Biliyoruz ki burası geçici yolcuların yanı sıra, binbir umutla ve acılarla gelen mübadillerin de ülkeye giriş noktası aynı zamanda. Kimbilir ne düşüncelerle adaya adımlar atıldı diye düşünmeden edemiyoruz.


Raylı sistemin olduğu ana kapıdan içeri girdiğimizde etüv kazanlarını görüyoruz. Bu araçların küçük onarımlarla bugün bile işlevsel olabileceğini öğreniyoruz. Urla Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu, "1984-1986 yıllarında Kemik Hastanesi olarak kullanılan Urla Devlet Hastanesi'nin sterilizasyon kazanlarının bozulması nedeniyle tahaffuzhanedeki otoklavlar iki yıl boyunca sterilizasyon işlemini yürütmüştü" diye anlatıyor.


Etüv kazanlarının olduğu yerdeki ahşap dolaplar hala çalışır durumda. Bu bölümün ardından banyoların olduğu bölüme geçiyoruz. Yerler mermer kaplı, duş kabinleri, duşluklar, zarif sabunluklar, askılıklar hala yerli yerinde. Koruma amacıyla yıllar boyunca kaba bir boyayla boyanmış olsa da müze projesi yaşama geçtiğinde her şey orijinal haline dönebilecek.


Tahaffuzhane binası tahmin edebileceğiniz gibi soğuk bir mekan. "Burası filmlerde gördüğümüz Nazi kamplarına benziyor biraz" deyince Koçoğlu, "Bunu ilk söyleyen siz değilsiniz. Burayı ziyarete gelen yabancılar da önce bir şaşırıp Almanya'daki Nazi Kampları'nı anımsattığını söylüyorlar. O zaman bizde şunu belirtiyoruz. O kamplar insanları öldürmek için yapılmıştı. Burada ise insanlar sağlıklarına kavuşuyordu diyoruz" karşılığını veriyor.

Tahaffuzhane binasındaki araçların küçük onarımlarla işleyebilecek konumda kalmasını sağlayan bir ekip de var elbette adada. Ekipteki en önemli insanlardan birisi, yaşamı adada geçmiş teknisyen Ahmet Özdemir. "Babam da burada çalışırdı, adanın bahçevanıydı" diyen Özdemir, iki yaşında geldiği adada etüv kazanlarını bugün çalıştırma belgesine ve bilgisine sahip tek kişi.


Dünyadaki örnekleri içinde donanımı korunan en iyi tahaffuzhanenin Klazomen Tahaffuzhanesi olduğuna dikkat çeken Şaban Koçoğlu'na müze projesinin ne aşamada olduğunu soruyoruz. "Bakanlıktan cevap bekliyoruz" diyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na iki yıl önce sunulan Sağlık Açık Alan Müzesi projesinin yanı sıra adaya gelen yol için de tarihi misyonla uyumlu bir Kazıklı Yol Projesi daha olduğunu öğreniyoruz.


Adanın kurulduğundan bu yana sağlık alanında hizmet verdiğine dikkat çeken Şaban Koçoğlu, projenin gerçekleşmesi durumunda Türkiye'deki ilk sağlık açık alan müzesinin İzmir'e kazandırılacağını belirtiyor. Müzede suyla tedaviden müzikle tedaviye farklı tedavi yöntemlerinin interaktif şekilde sunulması hedefleniyor. Sağlık alanında kullanılan yöntemleri, araçları sunmak, balmumu heykellerle, sesli bilgi sistemiyle, farklı dillerde gelen ziyaretçileri bilgilendirmek, adaya ilişkin arşivlerdeki fotoğrafları belgeleri sergilemek diğer hedefler.

Tahaffuzhane'nin bulunduğu adada, ambulanslara ilişkin de bir açık sergileme alanı yapılması planlanmış. Yurt dışındaki benzer müzelere girişlerin 70-80 Euro olduğuna dikkat çeken Koçoğlu, "Bizim binamız benzerlerinin yanında daha iyi donanıma sahip. Alanımız antik bir kentin ortasında, doğal güzelliklerimiz eşsiz. Niye böyle bir mekanı sağlık turizmine kazandırmayalım?" diyor.


Ülkeyi veba, tifüs, kolera gibi hastalıklardan korumak amacıyla inşa edilmiş ve bugün hala ayakta duran yapıları ve donanımıyla ada, gerçekten de böyle bir ilgiyi çoktan hak ediyor. Ada, aynı zamanda ana teması sağlık olan EXPO için değerlendirilebilecek çok önemli bir kültürel varlık.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı Adana'ya kaptıran (!) İzmir'de, kurumun yaptırdığı proje umarız daha fazla beklemez ve kısa sürede yaşama geçer. Bir sonraki ziyaretimizin müze açılışı için olmasını dileyerek adadan ayrılırken, sessizliğini bunca yıl koruyan tahaffuzhanenin kurulma amacıyla bir daha hiç kullanılmaması da bir başka dileğimiz oluyor.

(Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder