Sağlık tarihinin kendi başına eğitici bir yönünün olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçmişe anlamlı bir şekilde baktığınızda oradan edindiğiniz bilgi, deneyim ile geleceğe çok rahat ilerleyebiliyorsunuz.
Sağlık tarihi alanında ülkemiz ne yazık ki çok zayıf. Bunu çok rahat temel bir iki sağlık tarihi ile ilgili soru sorduğunuzda anlayabiliyorsunuz. Sağlık tarihi hakkında entellektüel bir konuşma ortamında neredeyse hiç bulunmamışsınızdır.
Yaklaşık 4-5 yıl önce sağlık müzesi adlı bir Facebook sayfası açtım. Hala açık. Burada amacım tarihin tozlu raflarında kalmış eski sağlık uygulamalarını, sağlık merkezlerini ve sağlık ürünlerini tanıtmaktı. Bayağı ilgi gördüğünü itiraf etmeliyim.
Yakın bir zamanda ise Sağlık Müzesi.Com, Sağlık Müzesi.Net ve Sağlık Müzesi.Org web adresleri ile birlikte Türkiye'nin dijital ortamda ilk sağlık müzesini Sağlık Atölyesi platformu altında kuracağız.
Sağlık Atölyesi'ni ise Türkiye'nin en büyük sağlık platformu yapma gibi bir hedefimiz bulunmaktadır. Bize bu konuda destek olmak isterseniz çok seviniriz.
Bizlere aşağıda yer alan mail adresi ile ulaşabilirsiniz.
saglikatolyesi@gmail.com
dijitalhemsire@gmail.com
taneronay@gmail.com
29 Mayıs 2018 Salı
23 Kasım 2015 Pazartesi
Haseki Hürrem Sultan Darüşşifası
Haseki Hürrem Sultan Darüşşifası
İstanbul İli Fatih ilçesi Haseki Hastanesinin hemen arka
bölümünde yer alan Haseki Hürrem Sultan Darüşşifası Mimar Sinan tarafından 1550
1551 yılları arasında Hürrem Sultanın isteği üzerine inşa edilmiştir.
Hürrem
Sultan Külliyesinin bölümlerden biri olan Darüşşifa Külliyenin kuzey bölümünde
yer almaktadır. Günümüze ulaşıncaya kadar pek çok onarım çalışması geçiren
yapıya 2011 yılında tekrar kapsamlı bir Restorasyon çalışmasına başlatılmıştır.
Diyanet işleri Başkanlığının mülkiyetinde olan Darüşşifaya ziyaret kapalıdır.
16 Kasım 2015 Pazartesi
Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Tıp Tarihi Müzesi
Celal Bayar
Üniversitesi Hafsa Sultan Tıp Tarihi Müzesi
Celal Bayar Üniversitesi Hafsa
Sultan Tıp Tarihi Müzesi, Sultan Camii Külliyesi içinde açıldı. 500 yıllık
şifahane, Tıp Tarihi müzesiyle hayat buldu.Türkiye yeni bir tıp tarihine
kavuştu.
Hafsa Sultan
Darüşşifası-Şifahanesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan vakfınca
( Sultan Camii Külliyesinin bir parçası olarak ) 1539 yılında inşa edilmiş,
dönemin tam teşekküllü hastanesidir. 1900 yıllara kadar tüm branşlarda tabipin
hizmet verdiği, halkın şifa bulduğu Darüşşifa zamanla akıl hastalarına bakan
bir yer olmuştur. 1963-1964 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyonu
yapılan Darüşşifa binası 1965-1975 yılları arasında Sağlık Bakanlığınca Sağlık
Müzesi olarak değerlendirilmiş, 1996 yılında da Celal Bayar Üniversitesine
tahsis edilmiş, üniversite 30 Kasım 2013 günü de Tıp Müzesi olarak hizmete
açmıştır.
Müzede Neler Var, Neler
Görülebilir
1. 16-18. yüzyıl Osmanlı Tıbbında
kullanılan ve 200’e yakın tıbbi alet ile 50’ye yakın orijinal ve tıpkı basım
tıp el yazmaları,
2. En yaygın tıbbi uygulama olan
Dağlama,
3. En ileri sağlık kuruluşu
olduğunun alameti KEHHAL ( göz hekimi )
ve bir göz ameliyatı,
4. Akıl-Ruh hastalıklarında
musikinin önemi, meşguliyet terapisi,
5. Mesir karma, mesir kesme ve
mesir sarma,
6. Lityazol Cemil,
7. Batı ve İslam/ Osmanlı Tıp
tarihi,
8. Merkez Efendi bitkisel tedavi,
otacı
9. Sosyal alan,yerel tat ve
yiyecekler,
10.Hareketli müzikli su raksı,
11.Manisa kültürü,
12.Yirmi dakika süreli 14 ayrı tıbbı
uygulama örneklerinin 3D HD animasyon gösterisi,Dağlama (Kotarizasyon ),
yapışık Göz kapağı ameliyatı ( Semplefaron Fornik daralması ),Göze inen akın (
Katarakt ) tedavisi, Burundaki Nasırın ( polip ) tedavisi, Ölü ceninin rahimden
alınışı, Diş tedavisi Köprü uygulaması, Koltukaltı Tümör Tedavisi, Ok çıkarma,
Diş taşı temizleme, Seratan ( Kanser ), omur fıtığı disk kayması Bel fıtığı,
Kan alma HACAMAT, şifahane tanıtımı.
9 Ekim 2015 Cuma
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi
Müzenin Tarihçesi
1983’te Prof. Dr. Nil Sarı Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana
Bilim Dalı başkanı olduğu tarihten bu yana, Fakültemizin ana bilim dalları ve
laboratuarları ile eczanesinden, çeşitli resmi hastanelerden; özel muayenehane
ve eczanelerden; emekli doktor, diş hekimi, eczacı, hemşire ve ebelerden; vefat
etmiş olan sağlık mensuplarının ailelerinden; sahaflardan ve eski eser satan
dükkânlardan tarihi malzeme çok kere bağış, bazen de satın alma yoluyla
toplandı. Toplanan malzemeyi sergilemek amacıyla özel sektörden sağlanan destek
ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalının boş
olan müze salonuna teşhir dolapları yaptırıldı. Prof. Dr. Nil Sarı’nın kurucusu
olduğu bu ilk müze 20 Mayıs 1985 tarihinde dönemin Dekanı Prof. Dr. Şefik Kayahan
tarafından “Tıp ve Eczacılık Tarihi Müzesi” olarak resmen açıldı.
Yıllar geçtikçe koleksiyon büyüdüğünden toplanan malzemenin
önemli bir kısmı depolarda saklanmaya başlandı ve çok daha geniş yeni bir
mekâna ihtiyaç doğdu. Bunun üzerine, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof.
Dr. Kemal Alemdaroğlu ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fikret
Sipahioğlu döneminde fakültenin en eski binasını Tıp Müzesi olmak üzere tahsis
edildi. Fakültemiz Vakfı ve Döner
Sermayesinin büyük desteği ile binanın ve malzemenin onarımı ve teşhir
dolaplarının yapımı ve onarımı sağlandı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mensupları
tarihi binada yeniden kurulan Tıp Tarihi Müzesi ile geçmişlerine sahip çıkabilme
fırsatını yakalayabildi.
Müzenin yeniden kuruluş aşaması sırasında bağışlarda yeniden
artma olmuştur. Haseki Hastanesi Farmakodinami ve Tedavi Kliniği hocası Prof.
Dr. Akil Muhtar Özden döneminden kalan tarihi malzeme Farmakoloji Ana Bilim
Dalı tarafından bağışlandı ve Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı arşiv ve
kütüphanesinde bulunan bazı kitap, fotoğraf ve belgelerin katılmasıyla müzenin
koleksiyonu daha da zenginleşti. Müzenin açılışından sonra da bağışların
süreceğine inanıyoruz.
Bodrum katı 2005 yılında Prof. Dr. İrfan Papila dekanlığı
döneminde onarılarak çağdaş depolama koşulları sağlandı. Yangın ve emniyet
tedbirleri alındı.
Binanın Tarihçesi
1893’te İstanbul’da görülen kolera salgını sırasında
İstanbul Belediyesi hastaları tedavi ve tecrit amacıyla Cerrahpaşa semtindeki
Takiyeddin Paşa Konağı’nı Nisan 1894’e kadar geçici kolera hastanesi olarak
kullandı.
1909’da tamir edilen Konak 23 Temmuz 1910’da Cerrahpaşa
Belediye Hastanesi olarak açıldı. Ahşap Konağın yerine 1911’de iki kagir bina
yapılmaya başlandı ve 1915’te 150 yatakla hizmete açıldı. Müze olan bina Merkez
Dairesi, diğeri Cerrahi Pavyonu olarak yapılmıştı. Merkez dairesinin ilk katı
poliklinik, ikinci katı başhekimlik, laboratuar, eczane; Cerrahi Pavyonun ilk
katı dahiliye, göz, kulak; ikinci katı cerrahi servis ve ameliyathanesine
ayrılmıştı.
1933’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi klinikleri beş
hastaneye bölüştürülmesiyle Fakültenin Cerrahi, Birinci Dahiliye ve Göz
Klinikleri Cerrahpaşa Hastanesine taşındığında, müze binası merkez bina olarak
hizmetini sürdürdü.
Cerrahpaşa Hastanesi adını, III. Murat ve III. Selim zamanı
saray cerrahlarından olup, sadrazamlığa kadar yükselen Cerrah Mehmet Paşa’nın
yaptırdığı külliyeden almaktadır.
Kuruluş Amacı
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin en eski binasının Tıp Müzesi
olarak tahsis edilip düzenlenmesi ile, Üniversite ve Fakülte mensupları için
olduğu kadar İstanbullular için de bir bilgi kaynağı ve eğitim alanı
oluşmuştur. Türk tıbbının gelişimini alet, fotoğraf, resim ve belge vb. somut
örneklerle genç kuşaklara aktarmak, tıp camiasının tarihiyle bağlarını
pekiştirmek, Türk tıbbına hizmet verenleri anmak ve aynı zamanda tarihi
malzemeyi resmi bir çatı altında korumak başlıca amaçlarımızdır. Müzede
sergilenen tarihi malzeme kendi alanında Türkiye’deki en zengin koleksiyondur.
Sergilenen Eserler
Müzede sergilenen eserlerin çoğu geç Osmanlı dönemi ve erken
Cumhuriyet dönemine aittir. Malzeme büyük çeşitlilik göstermektedir.
Giriş katında, sağdaki birleştirilmiş iki odada Türk tıp
tarihine ait el yazmaları ve eski bitki kitaplarından kopya edilen bitki
resimleri yer alır. Solda ki odalarda Osmanlı ve Selçuklu minyatürlerinin
kopyaları ile oluşturulmuş Türk tıp tarihi izlenebilir. Sağdaki en son oda
çalışma odası; soldaki en son oda ise
sergilemenin dönüşümlü yapılması amacıyla, arşiv ve eski kitap koleksiyonu
olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, günümüz Türk hekimlerinin resim sergileri giriş
katında koridorda düzenlenmektedir.
Orta kat tıp eğitimi
ile tanı ve araştırma amacıyla kullanılan cihaz, alet ve araçlarına
ayrılmıştır. Bu malzemenin kullanıldığı döneme ait eğitim, araştırma ve tanı
laboratuarlarını gösteren tarihi fotoğraf ve çizimler de sergilenmektedir.
Üst katta sağdaki
salonda ilaçla tedavi, soldaki salonda cerrahi tedaviye ait malzeme; sağ odada
portreler, sol odada fermanlar sergilenmekte; ayrıca her iki odada doktorlara
verilen nişan, kokart ve rozetler sergilenmektedir.
Her iki katta sunulan posterler sergilenen malzemenin
kullanıldığı döneme ve ilgili kişi ve kurumlara ait bilgi vermekte ve işlenen
her bir konu, dönemine ait fotoğraf ve belgelerle beslenmektedir.
Ziyarete Açık Bulunduğu Günler
Şu an sadece geçici sergi mekanı olan giriş katı koridorunda
yer alan sergiler ziyarete açık olup, bu
mekanda düzenlenen sergilerin açılış günlerinde müzenin tüm bölümleri
açılmaktadır. Sergi açılış tarihlerini 0212 414 30 00 / 22452 numaralı
telefondan öğrenebilirsiniz. Sergi açılışlarına tüm ilgilenenler davetlidir.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Eski Dekanlık Binası
Koca Mustafa Paşa, Fatih, İstanbul
Tel: 0212 414 30 00 dahili: 22452, 22649
Müze müdürü: Fatma TOLAN
28 Eylül 2015 Pazartesi
Florence Nightingale Müzesi
Florence Nightingale Müzesi
Selimiye Kışlası,
Kuzey-Batı kulesinde yer alan bir müzedir. 1954 yılında Osmanlı ve İngiliz
Ordularının Rusya'ya karşı savaştığı Kırım Savaşı sırasında, modern hemşireliğin
kurucularından sayılan Florence
Nightingale ve ekibi tarafından askeri hastane olarak
kullanılan Selimiye Kışlası'ndaki, dönemin hatıra ve eşyaları bu müzede
sergilenmektedir.
Müzede, Florence Nightingale'e ait pek çok el yazması not,
mektup ve kullandığı eşyalar bulunmaktadır.
Lambalı Kadın Florence
Nightingale (12 Mayıs 1820 - 13 Ağustos 1910),
İngiliz hemşire ve modern hemşireliğin kurucusu.
İngiliz hemşire ve modern hemşireliğin kurucusu.
İstanbul ili Üsküdar ilçesinde bulunan tarihi Selimiye Kışlası’nın kuzeybatı
köşesinde bir kule içerisinde düzenlenen bu müze I.Ordu Komutanlığı’nın izni ve
desteği ile Türk Hemşireler Derneği tarafından 1954 yılında açılmıştır.
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi
Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi Müzesi, hastanenin 100 yıla yaklaşan tarihi serüveni
boyunca bu serüvene tanıklık eden kültürel mirasın toplandığı, belgelendiği,
korunduğu ve sergilendiği; böylelikle sahip olduğu tarihsel ve kültürel değerleri
kamusal alanla paylaştığı bir kurum müzesidir.
2008’de ziyaretçilere
kapılarını açan müze ile hastanenin tarihsel değeri konusunda farkındalık
yaratılarak, bu değeri yaratan somut ve soyut tüm kültürel mirasın korunmasına
yönelik bilinç oluşturulması amaçlanmaktadır.
Müzede, hastanenin
tarihi gelişimi; “Bimarhane’den Hastane’ye” “Bimarhane Taşınıyor”, “Hastane
Kuruluyor”, “1930’lu Yıllar”, “1940’lı 50’li Yıllar”, “1960’lı ve 1970’li
Yıllar”, “1980’li Yıllar” ve “1990-2000’li Yıllar” alt başlıkları altında
yazılı ve görsel ürünler kronolojik olarak sunulmaktadır.
Müzede ziyaretçiler
Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman’ın kişisel eşyaları, kitapları, 1934 yılına ait
ameliyat defteri, hastaların kendileri ve çevrelerine zarar vermelerini önlemek
amacıyla giydirilen gömlek ve kemerler, 1960’larda Dr. Faruk Bayülkem’in
kullandığı elektrokonvülzif tedavi (şok) aleti, Dr. Yıldırım Aktuna’nın bir
hasta yakınına yazdığı ruh sağlığıyla ilgili nasihat mektubu ve eski dönemlerde
kullanılan ilaç şişeleri gibi hastanenin tarihine tanıklık eden pek çok nesneyi
görme fırsatı bulmaktadır.
Hafta içi her gün
saat 10.00 – 12.00 ile 13.30 – 15.30 arasında açık olan müze, ücretsiz olarak
gezilebilmektedir.
23 Eylül 2015 Çarşamba
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi
25 Aralık 1898 de açılan Gülhane Askeri Tıp Akademisi, 101
yıllık tarihi içinde birçok önemli olaya tanıklık etmiştir.
1898 de “Gülhane Seririyat Hastanesi” adı ile
İstanbul-Sarayburnu’nda çalışmaya başlayan Gülhane, bugüne kadar 5 defa yer
değiştirmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında Sarayburnu’ndaki binaları işgal
edilince 1918 de, hasta ve eşyaları ile birlikte Gümüşsuyu Asker Hastanesi’ne
taşınmış, 1923 de tekrar Sarayburnu’ndaki binalarına geri dönmüştür.
1941-1953 yılları arasında Ankara’daki Cebeci Asker
Hastanesi’nde, 1953-1972 yılları arasında şimdiki Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’nın bulunduğu binalarında ve 1972’den sonra Etlik’teki modern
kampüsünde çalışmalarını sürdüren Gülhane’nin kütüphanesinde ve depolarında
korunan malzemeler Tıp Tarihi Müzesi’nin ilk kaynaklarını oluşturmuştur.
Bu malzemeler önceleri küçük bir salonda teşhir edilmeye
başlanmış, 14 Mart 1988 den sonra da açılışı yapılan bugünkü modern müzede
izleyicilere sunulmuştur. Gülhane’nin 90. kuruluş yılı kutlamaları kapsamında
yapılan yeni müzenin açılış gününde Alman ve Türk bilimadamlarının katıldığı
bir sempozyum düzenlenmiştir. Gülhane’nin Türk tıbbına katkıları ve Türk-Alman
tıbbi ilişkilerinin tartışıldığı bu sempozyuma Türkiye dışından dönemin
Uluslararası Tıp Tarihi Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hans Schadewaldt (Düsseldorf),
Prof. Dr. h.c. mult. Heinz Göerke (Münih), Prof. Dr. Gündolf Keil (Würzburg),
Doç. Dr. Manfred Skopec (Viyana), Prof. Dr. Jozsef Antall (Macaristan), Doç.
Dr. Helmut Becker (Münih) ve Prof. Dr. Arslan Terzioğlu (İstanbul) başta olmak
üzere birçok öğretim üyesi ve tıp tarihçisi katılmışlardır.
900 m² lik bir iç alana sahip müze, yeni eklenen bölümlerin
17 Haziran 1998 de yapılan bir törenle açılışı yapılmış ve müze şimdiki son
konumuna ulaşmıştır.
Müze Bölümleri
İç Koridor Ve İdari
Bölüm:
1. Burada,
Gülhane’nin kuruluşundan bugüne kadar komutanlık yapan 31 hekimin fotoğrafları
yer almaktadır.
2. Ayrıca 4 ayrı
camlı masada 10 Kasım 1938 ile 21 Kasım 1938 tarihleri arasında yayınlanan
orjinal Ulus gazeteleri kolleksiyonu bulunmaktadır.
3. İdari bölümde,
müze yöneticiliği ve kütüphane yer almaktadır.
Müze Salonları:
Burada birisi büyük, birisi küçük, iki salon bulunmaktadır.
Bu salonların yan duvarlarında 16 vitrin, ortalarında toplam 4 büyük vitrin
vardır. Bu vitrinlerde sergilenenler kısaca şöyle özetlenebilir;
1. vitrinde, eski
Anadolu tıbbı ile ilgili bir düzenleme yapılmış olup, Anadolu’da kurulan tıp
merkezleri bir harita üzerinde ayrı ayrı gösterilmiştir.
2. vitrinde, İbni
Sina ile ilgili görüntüler, cerrahinin gelişmesi ile ilgili görüntüler ve eski
cerrahi alet örnekleri bulunmaktadır.
3. vitrinde, ilk
resimli Türkçe tıp kitabı Cerrahiyet-ûl Haniye, Dağlama ile ilgili bir
düzenleme, Hacı Paşa ve Hekimbaşılık ile ilgili görüntüler yer almaktadır.
4. vitrinde, 19.
yüzyıl Osmanlı tıbbı ile ilgili görüntüler, Askeri Tıp Okulu’nun açılışı, kayıt
defteri ve diplomalar ile Tıp Okulu malzemelerinden örnekler bulunmaktadır.
5. vitrinde,
Gülhane’nin kuruluşu ve kurucuları ile ilgili görüntüler bulunmaktadır.
6. vitrinde,
1900’lerin başında tıp okulunda görev alan öğretim üyeleri, eski tıp kitapları
ve 1897 de çekilen ve bir savaşta ilk defa kullanılmış olan ve bir erin kurşun
ile yaralanmasını gösteren röntgen görüntüleri vardır.
7. vitrinde, I.
Dünya savaşı yıllarında kullanılan sahra sıhhiye malzemeleri, ilk yardım
çantaları ve sıhhiye çadır örnekleri sergilenmektedir.
8. vitrinde,
Çanakkale savaşındaki sağlık hizmetleri ile ilgili orjinal fotoğraflar, sahra
sıhhiye sandıkları ve sağlık hizmetleri sırasında çeşitli amaçlarla kullanılan
malzemeler bulunmaktadır.
9. vitrinde,
Kurtuluş savaşı ile ilgili görüntüler ve sıhhiye setleri bulunmaktadır.
10. vitrinde, 1980’de açılan Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’nin
açılışı, ilk mezunları ve Müzenin açılışındaki tören ile ilgili malzemeler
vardır.
11. vitrinde, Kıbrıs Barış Harekatında şehit olan Tabip
Ütğm. Halil Akçiçek’in portresi, 2. Dünya savaşından kalan sahra tipi ecza
dolabı, ilk yardım ve harp cerrahisi setleri bulunmaktadır.
12. vitrinde, Gülhane’nin kuruluşunun 50. yılı, Ankara Tıp
Fakültesi’nin kuruluşu ve Etlik’teki Gülhane binasının ilk görüntüleri vardır.
13. ve 14. vitrin eczacılık ile ilgili olup, eski ilaç şişeleri, kutuları, harp
paketleri, hassas teraziler ve ilaç yapım aletleri vardır. 15. vitrinde, Sağlık
Astsubay Okulu albümleri, tıp kongreleri plaket örnekleri vardır. 16. vitrinde,
Çankırı Darülşifasında bulunan yılan kabartmasının örneği
bulunmaktadır.Salonların ortalarında bulunan 4 vitrinde de sırası ile, müzeye
bağışlanan hekim kıyafetleri, I. Dünya ve Kurtuluş savaşında kullanılan eğere
takılan sedye, hasta nakil arabası ve hasta taşıma vagonu örnekleri, 1900’lerin
ilk yarısında sıkça kullanılan dezenfeksiyon, distilasyon vb. cihazlar ve harp
aletleri bulunmaktadır.
Müze salonlarında
vitrinlerin dışında sergilenen malzemeler de şunlardır.
1. Diş kolleksiyonu:
1900’lerin başında Almanya tarafından hediye edilen ve 136 parçadan oluşan
zengin diş protez örnekleri içeren bir kolleksiyondur.,
2. 1850’li ve
1900’lerin başlarında kullanılan askeri tabip ve askeri tıp öğrencisinin
kıyafetlerinin örneklerini gösteren 4 manken.
3. Otoklav, hasta
taşıma arabası, sedye ve hasta koltuğu örnekleri.
Çağdaş müzecilik anlayışı ile düzenlenen GATA Tıp Tarihi
Müzesi, yeni kolleksiyonlar ile gelişme
projeleri yapmaktadır. Özellikle Askeri Tıp Tarihi konusunda kendisini
geliştirmeyi ve zengin dökümanlara sahip olarak izleyicilerini bilgilendirmeyi
amaçlamaktadır.
Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor
Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor
İzmir'in Urla ilçesinde
Karantina adasında bulunan ve ziyaret edilemeyen Tahaffuzhane'nin Sağlık
Müzesi olacağı bildirildi. Antik çağdan kalıntıların da bulunduğu Karantina
adasında bulunan Devlet Hastanesi'nin yeni binasına taşınması ile ada tamamiyle
sağlık müze ve eğitimine tahsis edilecek.
EXPO 2020 teması ile de
uyuşan sağlık müzesi düşüncesi, turizmciler tarafından çok geçikmiş bir adım
olarak niteleniyor.
1800'lü yıllar, tüm dünyada
kolera, tifüs, veba, sarı humma, çiçek gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın
olduğu yıllar. Bu salgın hastalıklardan korunmak amacıyla Osmanlı Devleti'nin
ülkenin bir çok yerinde tahaffuzhaneler kurmuş. Bunlardan biri de Urla'da.
Tahaffuzhane, sefer
sırasında yolcu ya da çalışanları arasında bulaşıcı hastalık görülen gemilerin
karantina sürelerini geçirip, gerekli sağlık önlemleri alınıncaya kadar
konakladıkları, hastaların iyileştirilmesi için büyük liman yakınlarına
kurulmuş sağlık kuruluşları olarak tanımlanıyor.
Klazomen (Urla) Tahaffuzhanesi 1865 yılında, o
dönemde sterilizasyon konusunda oldukça iyi durumda olan Fransızlara
yaptırılıyor. Ada, ticaret gemileri ve yolcu gemilerince, özellikle de kuzey
hac yolu için Anadolu, Rumeli, Bosna ve Rusya'ya gidip gelen hacılar için
düşünülmüş ve işlevini 1950 yılına kadar sürdürmüş. Daha sonra günün
koşullarına uygun olarak bir salgın ya da bulaşıcı hastalıklarda kullanılmak
üzere ada üzerine Karantina Hastanesi yaptırılmış. Bina önce Deniz ve Güneş
Tedavi Enstitüsü sonra Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olarak
kullanılmış. 1986 yılında Urla Devlet Hastanesi olarak kullanıma açılmış.
Binası ve donanımıyla 148 yıldır ayakta olan Klazomen
Tahaffuzhanesi ya da bugün bilinen adıyla Karantina Adası, Amerika'daki Ellis
Adası ve Hırvatistan Dubrovnik'teki Zupa Dubrovacka Adası ile birlikte dünyada
ayakta kalmayı başarmış, tescilli üç karantina adasından biri.
Klazomenai Antik Kenti'nin yanıbaşındaki adaya bugün
bizi ulaştıran yol 1950 yılında inşa edilmiş. Ancak daha önce ulaşımı sağlayan
iki yolun daha bulunduğu biliniyor. Biri tahaffuzhaneyi inşa eden Fransızlar'ın
yaptığı, şimdiki yolun kuzeyine düşen köprülü yol. Diğeri de antik kalıntıları yolun
hemen yanında görülen M.Ö. 6. Yüzyıl'da İskender Dönemi'nde yapılan mermer
bloklarla döşeli yol.
Daha yoldayken bile tarihle, doğayla
kucaklaştığınız, tatlı esintiyle içinize dolan oksijenle rahatladığınız
yemyeşil adaya geldiğinizde sizi bir tabela karşılıyor. Sağlık Bakanlığı Hudut
ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Urla Karantina Adası Müdürlüğü. Kocaman
tabelanın altında yine iki ayrı tabela var. Biri Urla Devlet Hastanesi'ni,
diğeri İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi'ni işaret ediyor.
Sola dönüp tahaffuzhane binasının da olduğu eğitim
merkezine yöneliyoruz. Çam ağaçları, palmiye ağaçları ve tertemiz bir deniz.
Oksijeni bol, insanın ömrüne ömür katar denilen bir yer burası. İzmir İl Sağlık
Müdürlüğü Eğitim Merkezi olarak kullanılan bölümde bugün Türkiye'nin dört bir
yanından gelen Sağlık Bakanlığı çalışanlarına simülasyonlu ileri sürüş
tekniklerinin yanı sıra ileri yaşam desteği eğitimleri de veriliyor.
Tahaffuzhane binası, Karantina Adası Müdürlük
binasının az ilerisinde pembe bir bina. Deniz manzaralı bina sessizce
selamlıyor sizi. Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu ile birlikte tarihi
Tahaffuzhane binasına gidiyoruz. Yolda 2008 yılında göreve geldiği adada
yaptıkları çalışmaları anlatıyor Koçoğlu.
Dr. Behçet Uz döneminde ağaçlandırılan adayı, son
yıllarda da kurdukları seralarda üretilen bitkilerle yeşillendirdiklerini
belirten Koçoğlu, adada kurum olarak binanın ve içindeki donanımın ayakta
kalması için çalışmalar yapıldığını, ama buranın bir Sağlık Müzesi olduğunda
gerçek değerini bulacağına dikkat çekiyor.
323 dönümlük arazi içinde 1000 metrekarelik bir
alanda kurulu Tahaffuzhane binasının girişinde bir raylı sistem bulunuyor. Urla
Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu, buradaki işleyişi Tahaffuzhane'yi
gezdirirken anlatıyor.
Koçoğlu'nun verdiği bilgiye göre, yolcular adanın
bir mil açığında demirleyen gemilerden filikalarla adaya getiriliyor, eşyaları
da raylı sistemle binaya geliyordu. Yolcular eşyalarının içeri alındığı kapının
haricindeki kapılardan içeri alınarak kayıt ve ön muayeneden sonra duş
yerlerine gönderiliyordu. Önce kıyafetleri çıkartılıp numaralı filelere
konuluyor, bu numaralar kişilerin bileklerine de yazılıyordu. Filelerdeki
eşyalar 360 derece dönebilen dolaplarla soyunma odalarının arka tarafında olan
görevlilere aktarılıyordu.
Görevliler kıyafetleri alıp dezenfeksiyon ve
sterilazyon işleminin yapılacağı bölüme gönderiyorlardı. Kıyafetler, kişisel
eşyalar ve gemide kullanılabilen ve yıkanabilecek eşyalar da dezenfeksiyon
kazanlarında dezenfekiyon işlemine tutuluyordu. Yolcularsa kendilerine verilen
sabun, peştamal ve takunyalarla sterilize edilmiş suyla yıkanıyor, duştan
çıkanlara steril gisyileri teslim ediliyordu.
Gelen yolcular banyo işleminden sonra temizce doktor
kontrolünden geçip üç gün adadaki tesislerde misafir ediliyordu. Üç gün
süresince gemide salgına neden olabilecek fare ve zararlıların yok edilmesi
işlemi de yapılıyordu. Bu arada hasta olan yolcular için de özel işlemler
uygulanıyordu. Onlar adanın bir başka bölümüne tecrit bölümüne gönderiliyor,
tedavi edilene kadar orada kalıyordu. Hastalıktan ölenlerse adada kendi
usullerince yapılan dini törenin ardından sönmüş kireç dökülerek adanın
doğusundaki mezarlığa gömülüyordu. Şaban Koçoğlu, bu şekilde adada yaşamını
yitiren 300-350 kadar yolcunun yattığının söylendiğini anlatıyor.
Anlatılanlar sanki bir film senaryosu gibi
canlanıyor gözümüzde. Bugün sadece rüzgarın sesinin duyulduğu adada, filikalardan
eşyalarıyla birlikte telaşla inen kadın erkek, genç yaşlı farklı ülkelerden
insanların koşuşturduklarını düşlüyoruz. Biliyoruz ki burası geçici yolcuların
yanı sıra, binbir umutla ve acılarla gelen mübadillerin de ülkeye giriş noktası
aynı zamanda. Kimbilir ne düşüncelerle adaya adımlar atıldı diye düşünmeden
edemiyoruz.
Raylı sistemin olduğu ana kapıdan içeri girdiğimizde
etüv kazanlarını görüyoruz. Bu araçların küçük onarımlarla bugün bile işlevsel
olabileceğini öğreniyoruz. Urla Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu,
"1984-1986 yıllarında Kemik Hastanesi olarak kullanılan Urla Devlet
Hastanesi'nin sterilizasyon kazanlarının bozulması nedeniyle tahaffuzhanedeki
otoklavlar iki yıl boyunca sterilizasyon işlemini yürütmüştü" diye
anlatıyor.
Etüv kazanlarının olduğu yerdeki ahşap dolaplar hala
çalışır durumda. Bu bölümün ardından banyoların olduğu bölüme geçiyoruz. Yerler
mermer kaplı, duş kabinleri, duşluklar, zarif sabunluklar, askılıklar hala
yerli yerinde. Koruma amacıyla yıllar boyunca kaba bir boyayla boyanmış olsa da
müze projesi yaşama geçtiğinde her şey orijinal haline dönebilecek.
Tahaffuzhane binası tahmin edebileceğiniz gibi soğuk
bir mekan. "Burası filmlerde gördüğümüz Nazi kamplarına benziyor
biraz" deyince Koçoğlu, "Bunu ilk söyleyen siz değilsiniz. Burayı
ziyarete gelen yabancılar da önce bir şaşırıp Almanya'daki Nazi Kampları'nı
anımsattığını söylüyorlar. O zaman bizde şunu belirtiyoruz. O kamplar insanları
öldürmek için yapılmıştı. Burada ise insanlar sağlıklarına kavuşuyordu
diyoruz" karşılığını veriyor.
Tahaffuzhane binasındaki araçların küçük onarımlarla
işleyebilecek konumda kalmasını sağlayan bir ekip de var elbette adada.
Ekipteki en önemli insanlardan birisi, yaşamı adada geçmiş teknisyen Ahmet
Özdemir. "Babam da burada çalışırdı, adanın bahçevanıydı" diyen
Özdemir, iki yaşında geldiği adada etüv kazanlarını bugün çalıştırma belgesine
ve bilgisine sahip tek kişi.
Dünyadaki örnekleri içinde donanımı korunan en iyi
tahaffuzhanenin Klazomen Tahaffuzhanesi olduğuna dikkat çeken Şaban Koçoğlu'na
müze projesinin ne aşamada olduğunu soruyoruz. "Bakanlıktan cevap
bekliyoruz" diyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na iki yıl önce sunulan
Sağlık Açık Alan Müzesi projesinin yanı sıra adaya gelen yol için de tarihi
misyonla uyumlu bir Kazıklı Yol Projesi daha olduğunu öğreniyoruz.
Adanın kurulduğundan bu yana sağlık alanında hizmet
verdiğine dikkat çeken Şaban Koçoğlu, projenin gerçekleşmesi durumunda Türkiye'deki
ilk sağlık açık alan müzesinin İzmir'e kazandırılacağını belirtiyor. Müzede
suyla tedaviden müzikle tedaviye farklı tedavi yöntemlerinin interaktif şekilde
sunulması hedefleniyor. Sağlık alanında kullanılan yöntemleri, araçları sunmak,
balmumu heykellerle, sesli bilgi sistemiyle, farklı dillerde gelen
ziyaretçileri bilgilendirmek, adaya ilişkin arşivlerdeki fotoğrafları belgeleri
sergilemek diğer hedefler.
Tahaffuzhane'nin bulunduğu adada, ambulanslara
ilişkin de bir açık sergileme alanı yapılması planlanmış. Yurt dışındaki benzer
müzelere girişlerin 70-80 Euro olduğuna dikkat çeken Koçoğlu, "Bizim
binamız benzerlerinin yanında daha iyi donanıma sahip. Alanımız antik bir
kentin ortasında, doğal güzelliklerimiz eşsiz. Niye böyle bir mekanı sağlık turizmine
kazandırmayalım?" diyor.
Ülkeyi veba, tifüs, kolera gibi hastalıklardan
korumak amacıyla inşa edilmiş ve bugün hala ayakta duran yapıları ve
donanımıyla ada, gerçekten de böyle bir ilgiyi çoktan hak ediyor. Ada, aynı
zamanda ana teması sağlık olan EXPO için değerlendirilebilecek çok önemli bir
kültürel varlık.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı Adana'ya kaptıran (!)
İzmir'de, kurumun yaptırdığı proje umarız daha fazla beklemez ve kısa sürede
yaşama geçer. Bir sonraki ziyaretimizin müze açılışı için olmasını dileyerek
adadan ayrılırken, sessizliğini bunca yıl koruyan tahaffuzhanenin kurulma
amacıyla bir daha hiç kullanılmaması da bir başka dileğimiz oluyor.
(Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas)
Bursa Sağlık Müzesi
Bursa Sağlık Müzesi
Sağlık Ocağı ve Kanser Araştırma Merkezi’nin
faaliyet gösterdiği Muradiye Medresesi’nin koridorlarında,camekanlar
içinde sergilenen doktorların kullandığı
eski tıp alet ve gereçlerinden ibaret olan bu küçük müze,henüz tam anlamıyla
bir müze görünümünde değildir.
Konusuyla ilgili Türkiye’deki iki müzeden biri olan
Sağlık Müzesi’nin bulunduğu Muradiye Medresesi ise görülmeye değer mimari
yapıdadır. XV.yüzyılın ilk yarısında sultan II.Murad tarafından yaptırılan bu
eğitim merkezinde avlu çevresinde sıralanmış,dershane ve yatakhane olarak
kullanılmış olan 16 oda yer almaktadır.
25 Ağustos 2015 Salı
Eczacılığın Babası Olarak Anılan ‘Claudios Galenos’
Eczacılığın Babası Olarak Anılan ‘Claudios Galenos’
Bergama, iki bin yıldır aynı adı korumuş ender kentlerden
biridir. Bergama Krallığı’nın başkentidir. Hipokrat ve Galen Asklepionlar(sağlık
alanları ) da yetişmiş ünlü hekimlerdendir. Kullanılan yöntemlerde o kadar
ileri gidilmiştir ki radyoaktif özellikleri daha bugünlerde keşfedilen şifalı
suları o zamanlarda bu kentin hekimleri kullanmıştır.. Antik dönemde, Anadolu’da
yapıldığı bilinen ilk tıbbi girişim olan beyin delme ameliyatları (trepenasyon)
da Bergama’da yapılmıştır.
Antik Anadolu tıbbının, tıp tarihi açısından en önemli doktorları,
kuşkusuz Hipokrates ve Galen’di. Hipokrates’in ortaya koyduğu nesnel nedenlere dayalı,gözleme
dayanan, akılcı, uygulamaya dönük ve dinsel-büyüsel etkilerden sıyrılmış tıp
anlayışı Galenle sürmüş ve ondan sonra Rönesans’a kadar değişmemiştir.
Galen, Antik Roma'nın en önemli hekimlerindendir.
Claude Galen ya da Bergamalı Galen; Yunanca Galenos,
Latince Galenus olarak bilinmektedir. İslam dünyasında Calinus olarak da
bilinir M.S. 130-201 tarihleri arasında yaşamıştır. Galenos batılı tababet
literatüründe père de la pharmacie, islam aleminde ise şeyh üs-saydile olarak
anılır…
Genç yaşta önce felsefe sonra tıpla İlgilenmiş, İzmir’e
giderek orada da tıp eğitimi aldıktan sonra İskenderiye’ye geçmiş anatomiyle
ilgilenmiş. Hipokrat tıbbını öğrenmeye çalışmıştır. Buradaki çalışmalarından sonra
28 yaşındayken çok iyi bir doktor olarak Bergama’ya dönmüştür. Geldiğinde
gladyatör okulunda bir doktora gereksinim varmış ve bu göreve atanmıştır..
Böylece daha da önemli bir konuma gelmiştir. Galen’in tıbba yaptığı katkılar o
kadar iyiymiş ki Ortaçağ tıbbı “Galen Tıbbı” adıyla anılmıştır.. Sağlıkçıların
amblemi olan yılan ve kase hikayesini anlatmadan geçmemek gerekir. Rivayet odur
ki Galenos'a bir gün sağlık sorunları olan bir adam getirmişler. Öncelikle
şehir girişinde Virankapıda rahipler bakıp inceleyip içeri almışlar, giysileri
çıkarılmış, adam uyku odasına götürülmüş, ama sayıklamalarından ve gördüğü rüyalardan
bir türlü tam olarak ne yapabileceklerine karar verememişler. Galenos'un karşısına
çıktığında adam ayakta duramayacak kadar bitkin bir haldeymiş. Bu nedenle,
Galenos bakmış adam kötüye gidiyor, kendisinin ve hastanenin itibarını sarsmamak
için "seni buradan göndermek zorundayım." , "Akrabalarına da
haber vereceğiz, seni Virankapı'nın ilerisindeki ormanlık alandan alsınlar demiş."
Böylece, içerde ölmeyecek ve Asklepios'un adına zeval gelmeyecektir. Hasta adam
orada yakınlarını beklerken, acıları daha da katlanılmaz bir hale gelmiş. Tam
bu sırada, bir süt kasesi etrafında hem süt içmeye çalışan, hem de birbirlerini
engellemeye çalışan iki yılan kavga ediyorlar ve zehirlerini bir taraftan süte
saçıyorlarmış . Adam bir an önce ölmenin hevesiyle, süt kasesini içmiş.
İçtikten sonra bayılan hastayı, yakınları bulmuş ve ölmek üzere olan adam, dirilmiş.
Bu olay Galenos'a anlatıldığında Galenos panzehiri bulmuş ve bunun sevinciyle o
günden bugüne tüm sağlıkçıların amblemi olan ve şu an Bergama Müzesi'nde
sergilenen heykeli yaptırmıştır.
Galen, tedavi çalışmalarının yanı sıra anatomi,
fizyoloji, farmakoloji bilimleri ve de felsefeyle ilgilenmiştir.., tıbbi
ekoller ve yöntemler arasında bir sentez kurmayı başararak teorilerini, "Doğa
boşuna hiçbir şey yapmaz" ilkesiyle hayata geçirmiştir. Toplardamar ve
atardamar arasındaki farkı kavrayarak kalbin anatomisini ve damar sistemini
keşfetmiştir. Ses telleri siniri Galenos tarafından bulunmuştur.
Galenos'un önemli araştırma ve çalışma alanlarından biri
botanik ilaç yapımı ve uygulaması olmuştur. Ününü de özellikle yeni geliştirdiği
araştırma yöntemiyle kazanmıştır. Galen’e göre analizler, hastalıkların
incelenip iyileştirilmesinin temelini oluşturur. Droglardan ilaç elde etmeye
başlamış olduğundan da eczacılığın ve farmasötik teknolojinin babası olarak
kabul edilmiştir.
500 kadar bitki, hayvan ve mineral drogların üzerinde çalışma
yapmıştır., purgatif formülasyonları olan (bağırsakların üzerinde boşaltıcı
etkisi olan ) drogları çoğu zaman kullanmıştır.
Larenksi (gırtlak) tanımlamış ve konuşma ile sesi
birbirinden ayırmıştır.; böylelikle Larengoloji ve ses biliminin kurucusu
olarak ta kabul edilmiştir. Anevrizma (kan damarlarının duvarlarındaki
zayıflama sonucu bir balon gibi genişlemesi ) ‘nın tanımını ilk kez yapan kişi
olmuştur. Kendisinden sonra gelen tıp bilginlerine eşsiz bir kaynak ve birçok
anahtar miras bırakmıştır. Bu nedenle Bergamalı Claudios Galenos, Hipokrat'tan
sonra tıp bilimine en büyük katkıyı yapan kişi olarak anılmaktadır.
Hipokrat Tıbbın, Galenos ise Eczacılığın babası olarak bilinir.
Galenos bir yandan da mesleğiyle ilgili birçok kitap
yazarak kısa zamanda meşhur olmuştur...Galen'in 400 yazılı eserinden günümüze
100 kadarı ulaşmış, kilisenin korunmasına alındığı için hızla yayılmıştır.
Ölümünden sonra arkasında, uzun bir dönem boyunca başvuru kitabı olarak kabul
görmüş çok sayıda eser bırakmıştır. Galenos vücutta üç temel ve önemli organ
sayar: beyin, kalp ve karaciğer. Tıpta "galen veni" olarak geçen
beyindeki bir toplardamara ismi verilmiştir.
Galen 161 yılında Roma'ya gitmiştir.. Roma imparatoru Marcus
Aurelius Antonius'un ona hediye ettiği ve Viyana devlet kütüphanesinde çizimi
bulunan madalyonun üzerinde "Roma'lıların imparatoru Antonius'tan,
hekimlerin imparatoru Galenos'a" yazdığı söylenir. Roma ordu karargahında ordu
doktorlarından üçü imparator Marcus Aurelius'un ateşli bir hastalığın eşiğinde
olduğunu iddia etmişlerdir. imparator, Galen'i huzura çağırtıp görüşünü ister.
Galen; imparatorun içinde bulunduğu şartları ve yaşını göz önüne alarak sıkıntısının
sadece hazımsızlık olduğunu tespit etmiş ve bu nedenle şarap ve biber yanısıra
ayaklarının sıcak ellerle ovulmasını tavsiye etmiştir… ve sonuçta imparator
iyileşir.. Sırayla, Marcus Aurelius, Commodus, Pertinax, Septimus Severus gibi Roma
imparatorlarını da tedavi etmiştir.
Galenos 70 yaşında Bergama'ya dönmüştür ve burada ölmüştür..
Bergamalı Galenos’un heykeli, sağlık teması ile EXPO 2020’ye
aday olan İzmir’in bu önemli ilçesinde 2012 yılında kentin kültürel hazinesine
katılmıştır. Heykeli 3 metre uzunluğunda ve tıp biliminin simgesi olan yılan motiflerinin
bulunduğu 4 metrelik bir sütun üzerindedir…
Bergama Galenos Heykeli Bergama Belediyesi tarafından yapılmıştır.
Bu Eczacılık Tarihi Çalışması ile Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ‘e
2012 Altın Havan Ödülü verilmiştir.
Kaynak Link.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)