23 Kasım 2015 Pazartesi

Haseki Hürrem Sultan Darüşşifası

Haseki Hürrem Sultan Darüşşifası

İstanbul İli Fatih ilçesi Haseki Hastanesinin hemen arka bölümünde yer alan Haseki Hürrem Sultan Darüşşifası Mimar Sinan tarafından 1550 1551 yılları arasında Hürrem Sultanın isteği üzerine inşa edilmiştir. 

Hürrem Sultan Külliyesinin bölümlerden biri olan Darüşşifa Külliyenin kuzey bölümünde yer almaktadır. Günümüze ulaşıncaya kadar pek çok onarım çalışması geçiren yapıya 2011 yılında tekrar kapsamlı bir Restorasyon çalışmasına başlatılmıştır. 

Diyanet işleri Başkanlığının mülkiyetinde olan Darüşşifaya ziyaret kapalıdır.





Divriği Darüşşifası

16 Kasım 2015 Pazartesi

Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Tıp Tarihi Müzesi

Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Tıp Tarihi Müzesi

Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Tıp Tarihi Müzesi, Sultan Camii Külliyesi içinde açıldı. 500 yıllık şifahane, Tıp Tarihi müzesiyle hayat buldu.Türkiye yeni bir tıp tarihine kavuştu.

Hafsa Sultan Darüşşifası-Şifahanesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan vakfınca ( Sultan Camii Külliyesinin bir parçası olarak ) 1539 yılında inşa edilmiş, dönemin tam teşekküllü hastanesidir. 1900 yıllara kadar tüm branşlarda tabipin hizmet verdiği, halkın şifa bulduğu Darüşşifa zamanla akıl hastalarına bakan bir yer olmuştur. 1963-1964 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyonu yapılan Darüşşifa binası 1965-1975 yılları arasında Sağlık Bakanlığınca Sağlık Müzesi olarak değerlendirilmiş, 1996 yılında da Celal Bayar Üniversitesine tahsis edilmiş, üniversite 30 Kasım 2013 günü de Tıp Müzesi olarak hizmete açmıştır.

Müzede Neler Var, Neler Görülebilir

1. 16-18. yüzyıl Osmanlı Tıbbında kullanılan ve 200’e yakın tıbbi alet ile 50’ye yakın orijinal ve tıpkı basım tıp el yazmaları,
2. En yaygın tıbbi uygulama olan Dağlama,
3. En ileri sağlık kuruluşu olduğunun alameti  KEHHAL ( göz hekimi ) ve bir göz ameliyatı,
4. Akıl-Ruh hastalıklarında musikinin önemi, meşguliyet terapisi,
5. Mesir karma, mesir kesme ve mesir sarma,
6. Lityazol Cemil,
7. Batı ve İslam/ Osmanlı Tıp tarihi,
8. Merkez Efendi bitkisel tedavi, otacı
9. Sosyal alan,yerel tat ve yiyecekler,
10.Hareketli müzikli su raksı,
11.Manisa kültürü,
12.Yirmi dakika süreli 14 ayrı tıbbı uygulama örneklerinin 3D HD animasyon gösterisi,Dağlama (Kotarizasyon ), yapışık Göz kapağı ameliyatı ( Semplefaron Fornik daralması ),Göze inen akın ( Katarakt ) tedavisi, Burundaki Nasırın ( polip ) tedavisi, Ölü ceninin rahimden alınışı, Diş tedavisi Köprü uygulaması, Koltukaltı Tümör Tedavisi, Ok çıkarma, Diş taşı temizleme, Seratan ( Kanser ), omur fıtığı disk kayması Bel fıtığı, Kan alma HACAMAT, şifahane tanıtımı.



Çiçek Hastalığı, Dr. Hikmet Hamdi, 1917


Ressam Bir Doktor: Dr. Hikmet Hamdi


9 Ekim 2015 Cuma

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi

Müzenin Tarihçesi
1983’te Prof. Dr. Nil Sarı Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı başkanı olduğu tarihten bu yana, Fakültemizin ana bilim dalları ve laboratuarları ile eczanesinden, çeşitli resmi hastanelerden; özel muayenehane ve eczanelerden; emekli doktor, diş hekimi, eczacı, hemşire ve ebelerden; vefat etmiş olan sağlık mensuplarının ailelerinden; sahaflardan ve eski eser satan dükkânlardan tarihi malzeme çok kere bağış, bazen de satın alma yoluyla toplandı. Toplanan malzemeyi sergilemek amacıyla özel sektörden sağlanan destek ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Ana Bilim Dalının boş olan müze salonuna teşhir dolapları yaptırıldı. Prof. Dr. Nil Sarı’nın kurucusu olduğu bu ilk müze 20 Mayıs 1985 tarihinde dönemin Dekanı Prof. Dr. Şefik Kayahan tarafından “Tıp ve Eczacılık Tarihi Müzesi” olarak resmen açıldı.
 
Yıllar geçtikçe koleksiyon büyüdüğünden toplanan malzemenin önemli bir kısmı depolarda saklanmaya başlandı ve çok daha geniş yeni bir mekâna ihtiyaç doğdu. Bunun üzerine, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fikret Sipahioğlu döneminde fakültenin en eski binasını Tıp Müzesi olmak üzere tahsis edildi.  Fakültemiz Vakfı ve Döner Sermayesinin büyük desteği ile binanın ve malzemenin onarımı ve teşhir dolaplarının yapımı ve onarımı sağlandı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mensupları tarihi binada yeniden kurulan Tıp Tarihi Müzesi ile geçmişlerine sahip çıkabilme fırsatını yakalayabildi.
Müzenin yeniden kuruluş aşaması sırasında bağışlarda yeniden artma olmuştur. Haseki Hastanesi Farmakodinami ve Tedavi Kliniği hocası Prof. Dr. Akil Muhtar Özden döneminden kalan tarihi malzeme Farmakoloji Ana Bilim Dalı tarafından bağışlandı ve Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı arşiv ve kütüphanesinde bulunan bazı kitap, fotoğraf ve belgelerin katılmasıyla müzenin koleksiyonu daha da zenginleşti. Müzenin açılışından sonra da bağışların süreceğine inanıyoruz.
Bodrum katı 2005 yılında Prof. Dr. İrfan Papila dekanlığı döneminde onarılarak çağdaş depolama koşulları sağlandı. Yangın ve emniyet tedbirleri alındı.
 
 
Binanın Tarihçesi
1893’te İstanbul’da görülen kolera salgını sırasında İstanbul Belediyesi hastaları tedavi ve tecrit amacıyla Cerrahpaşa semtindeki Takiyeddin Paşa Konağı’nı Nisan 1894’e kadar geçici kolera hastanesi olarak kullandı.
1909’da tamir edilen Konak 23 Temmuz 1910’da Cerrahpaşa Belediye Hastanesi olarak açıldı. Ahşap Konağın yerine 1911’de iki kagir bina yapılmaya başlandı ve 1915’te 150 yatakla hizmete açıldı. Müze olan bina Merkez Dairesi, diğeri Cerrahi Pavyonu olarak yapılmıştı. Merkez dairesinin ilk katı poliklinik, ikinci katı başhekimlik, laboratuar, eczane; Cerrahi Pavyonun ilk katı dahiliye, göz, kulak; ikinci katı cerrahi servis ve ameliyathanesine ayrılmıştı.
1933’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi klinikleri beş hastaneye bölüştürülmesiyle Fakültenin Cerrahi, Birinci Dahiliye ve Göz Klinikleri Cerrahpaşa Hastanesine taşındığında, müze binası merkez bina olarak hizmetini sürdürdü.
Cerrahpaşa Hastanesi adını, III. Murat ve III. Selim zamanı saray cerrahlarından olup, sadrazamlığa kadar yükselen Cerrah Mehmet Paşa’nın yaptırdığı külliyeden almaktadır.
Kuruluş Amacı
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin en eski binasının Tıp Müzesi olarak tahsis edilip düzenlenmesi ile, Üniversite ve Fakülte mensupları için olduğu kadar İstanbullular için de bir bilgi kaynağı ve eğitim alanı oluşmuştur. Türk tıbbının gelişimini alet, fotoğraf, resim ve belge vb. somut örneklerle genç kuşaklara aktarmak, tıp camiasının tarihiyle bağlarını pekiştirmek, Türk tıbbına hizmet verenleri anmak ve aynı zamanda tarihi malzemeyi resmi bir çatı altında korumak başlıca amaçlarımızdır. Müzede sergilenen tarihi malzeme kendi alanında Türkiye’deki en zengin koleksiyondur.
Sergilenen Eserler
Müzede sergilenen eserlerin çoğu geç Osmanlı dönemi ve erken Cumhuriyet dönemine aittir. Malzeme büyük çeşitlilik göstermektedir.
Giriş katında, sağdaki birleştirilmiş iki odada Türk tıp tarihine ait el yazmaları ve eski bitki kitaplarından kopya edilen bitki resimleri yer alır. Solda ki odalarda Osmanlı ve Selçuklu minyatürlerinin kopyaları ile oluşturulmuş Türk tıp tarihi izlenebilir. Sağdaki en son oda çalışma odası;  soldaki en son oda ise sergilemenin dönüşümlü yapılması amacıyla, arşiv ve eski kitap koleksiyonu olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, günümüz Türk hekimlerinin resim sergileri giriş katında koridorda düzenlenmektedir.
Orta kat tıp eğitimi ile tanı ve araştırma amacıyla kullanılan cihaz, alet ve araçlarına ayrılmıştır. Bu malzemenin kullanıldığı döneme ait eğitim, araştırma ve tanı laboratuarlarını gösteren tarihi fotoğraf ve çizimler de sergilenmektedir. 
Üst katta sağdaki salonda ilaçla tedavi, soldaki salonda cerrahi tedaviye ait malzeme; sağ odada portreler, sol odada fermanlar sergilenmekte; ayrıca her iki odada doktorlara verilen nişan, kokart ve rozetler sergilenmektedir.
Her iki katta sunulan posterler sergilenen malzemenin kullanıldığı döneme ve ilgili kişi ve kurumlara ait bilgi vermekte ve işlenen her bir konu, dönemine ait fotoğraf ve belgelerle beslenmektedir.
Ziyarete Açık Bulunduğu Günler
Şu an sadece geçici sergi mekanı olan giriş katı koridorunda yer alan sergiler ziyarete açık olup,  bu mekanda düzenlenen sergilerin açılış günlerinde müzenin tüm bölümleri açılmaktadır. Sergi açılış tarihlerini 0212 414 30 00 / 22452 numaralı telefondan öğrenebilirsiniz. Sergi açılışlarına tüm ilgilenenler davetlidir.
 
 
Adres ve İletişim Bilgileri
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Müzesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Eski Dekanlık Binası
Koca Mustafa Paşa, Fatih, İstanbul
Tel: 0212 414 30 00 dahili: 22452, 22649
Müze müdürü: Fatma TOLAN
 
Yazı Kaynak Linki.
 

28 Eylül 2015 Pazartesi

Florence Nightingale Müzesi

Florence Nightingale Müzesi
 
Selimiye Kışlası, Kuzey-Batı kulesinde yer alan bir müzedir. 1954 yılında Osmanlı ve İngiliz Ordularının Rusya'ya karşı savaştığı Kırım Savaşı sırasında, modern hemşireliğin kurucularından sayılan Florence Nightingale ve ekibi tarafından askeri hastane olarak kullanılan Selimiye Kışlası'ndaki, dönemin hatıra ve eşyaları bu müzede sergilenmektedir.

Müzede, Florence Nightingale'e ait pek çok el yazması not, mektup ve kullandığı eşyalar bulunmaktadır.
 
 
Lambalı Kadın Florence Nightingale (12 Mayıs 1820 - 13 Ağustos 1910), 
İngiliz hemşire ve modern hemşireliğin kurucusu.
 
İstanbul ili Üsküdar ilçesinde bulunan tarihi Selimiye Kışlası’nın kuzeybatı köşesinde bir kule içerisinde düzenlenen bu müze I.Ordu Komutanlığı’nın izni ve desteği ile Türk Hemşireler Derneği tarafından 1954 yılında açılmıştır.


Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi



Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi

 Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi
 
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi, hastanenin 100 yıla yaklaşan tarihi serüveni boyunca bu serüvene tanıklık eden kültürel mirasın toplandığı, belgelendiği, korunduğu ve sergilendiği; böylelikle sahip olduğu tarihsel ve kültürel değerleri kamusal alanla paylaştığı bir kurum müzesidir.
 
2008’de ziyaretçilere kapılarını açan müze ile hastanenin tarihsel değeri konusunda farkındalık yaratılarak, bu değeri yaratan somut ve soyut tüm kültürel mirasın korunmasına yönelik bilinç oluşturulması amaçlanmaktadır.

Müzede, hastanenin tarihi gelişimi; “Bimarhane’den Hastane’ye” “Bimarhane Taşınıyor”, “Hastane Kuruluyor”, “1930’lu Yıllar”, “1940’lı 50’li Yıllar”, “1960’lı ve 1970’li Yıllar”, “1980’li Yıllar” ve “1990-2000’li Yıllar” alt başlıkları altında yazılı ve görsel ürünler kronolojik olarak sunulmaktadır.
 
Müzede ziyaretçiler Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman’ın kişisel eşyaları, kitapları, 1934 yılına ait ameliyat defteri, hastaların kendileri ve çevrelerine zarar vermelerini önlemek amacıyla giydirilen gömlek ve kemerler, 1960’larda Dr. Faruk Bayülkem’in kullandığı elektrokonvülzif tedavi (şok) aleti, Dr. Yıldırım Aktuna’nın bir hasta yakınına yazdığı ruh sağlığıyla ilgili nasihat mektubu ve eski dönemlerde kullanılan ilaç şişeleri gibi hastanenin tarihine tanıklık eden pek çok nesneyi görme fırsatı bulmaktadır.
Hafta içi her gün saat 10.00 – 12.00 ile 13.30 – 15.30 arasında açık olan müze, ücretsiz olarak gezilebilmektedir. 


23 Eylül 2015 Çarşamba

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi

25 Aralık 1898 de açılan Gülhane Askeri Tıp Akademisi, 101 yıllık tarihi içinde birçok önemli olaya tanıklık etmiştir.

1898 de “Gülhane Seririyat Hastanesi” adı ile İstanbul-Sarayburnu’nda çalışmaya başlayan Gülhane, bugüne kadar 5 defa yer değiştirmiştir. I. Dünya Savaşı sonrasında Sarayburnu’ndaki binaları işgal edilince 1918 de, hasta ve eşyaları ile birlikte Gümüşsuyu Asker Hastanesi’ne taşınmış, 1923 de tekrar Sarayburnu’ndaki binalarına geri dönmüştür.

1941-1953 yılları arasında Ankara’daki Cebeci Asker Hastanesi’nde, 1953-1972 yılları arasında şimdiki Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın bulunduğu binalarında ve 1972’den sonra Etlik’teki modern kampüsünde çalışmalarını sürdüren Gülhane’nin kütüphanesinde ve depolarında korunan malzemeler Tıp Tarihi Müzesi’nin ilk kaynaklarını oluşturmuştur.

Bu malzemeler önceleri küçük bir salonda teşhir edilmeye başlanmış, 14 Mart 1988 den sonra da açılışı yapılan bugünkü modern müzede izleyicilere sunulmuştur. Gülhane’nin 90. kuruluş yılı kutlamaları kapsamında yapılan yeni müzenin açılış gününde Alman ve Türk bilimadamlarının katıldığı bir sempozyum düzenlenmiştir. Gülhane’nin Türk tıbbına katkıları ve Türk-Alman tıbbi ilişkilerinin tartışıldığı bu sempozyuma Türkiye dışından dönemin Uluslararası Tıp Tarihi Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hans Schadewaldt (Düsseldorf), Prof. Dr. h.c. mult. Heinz Göerke (Münih), Prof. Dr. Gündolf Keil (Würzburg), Doç. Dr. Manfred Skopec (Viyana), Prof. Dr. Jozsef Antall (Macaristan), Doç. Dr. Helmut Becker (Münih) ve Prof. Dr. Arslan Terzioğlu (İstanbul) başta olmak üzere birçok öğretim üyesi ve tıp tarihçisi katılmışlardır.

900 m² lik bir iç alana sahip müze, yeni eklenen bölümlerin 17 Haziran 1998 de yapılan bir törenle açılışı yapılmış ve müze şimdiki son konumuna ulaşmıştır.


Müze Bölümleri

İç Koridor Ve İdari Bölüm:
1.   Burada, Gülhane’nin kuruluşundan bugüne kadar komutanlık yapan 31 hekimin fotoğrafları yer almaktadır.

2.   Ayrıca 4 ayrı camlı masada 10 Kasım 1938 ile 21 Kasım 1938 tarihleri arasında yayınlanan orjinal Ulus gazeteleri kolleksiyonu bulunmaktadır.

3.   İdari bölümde, müze yöneticiliği ve kütüphane yer almaktadır.


Müze Salonları:

Burada birisi büyük, birisi küçük, iki salon bulunmaktadır. Bu salonların yan duvarlarında 16 vitrin, ortalarında toplam 4 büyük vitrin vardır. Bu vitrinlerde sergilenenler kısaca şöyle özetlenebilir;

1.   vitrinde, eski Anadolu tıbbı ile ilgili bir düzenleme yapılmış olup, Anadolu’da kurulan tıp merkezleri bir harita üzerinde ayrı ayrı gösterilmiştir.

2.   vitrinde, İbni Sina ile ilgili görüntüler, cerrahinin gelişmesi ile ilgili görüntüler ve eski cerrahi alet örnekleri bulunmaktadır.

3.   vitrinde, ilk resimli Türkçe tıp kitabı Cerrahiyet-ûl Haniye, Dağlama ile ilgili bir düzenleme, Hacı Paşa ve Hekimbaşılık ile ilgili görüntüler yer almaktadır.

4.   vitrinde, 19. yüzyıl Osmanlı tıbbı ile ilgili görüntüler, Askeri Tıp Okulu’nun açılışı, kayıt defteri ve diplomalar ile Tıp Okulu malzemelerinden örnekler bulunmaktadır.

5.   vitrinde, Gülhane’nin kuruluşu ve kurucuları ile ilgili görüntüler bulunmaktadır.

6.   vitrinde, 1900’lerin başında tıp okulunda görev alan öğretim üyeleri, eski tıp kitapları ve 1897 de çekilen ve bir savaşta ilk defa kullanılmış olan ve bir erin kurşun ile yaralanmasını gösteren röntgen görüntüleri vardır.

7.   vitrinde, I. Dünya savaşı yıllarında kullanılan sahra sıhhiye malzemeleri, ilk yardım çantaları ve sıhhiye çadır örnekleri sergilenmektedir.

8.   vitrinde, Çanakkale savaşındaki sağlık hizmetleri ile ilgili orjinal fotoğraflar, sahra sıhhiye sandıkları ve sağlık hizmetleri sırasında çeşitli amaçlarla kullanılan malzemeler bulunmaktadır.

9.   vitrinde, Kurtuluş savaşı ile ilgili görüntüler ve sıhhiye setleri bulunmaktadır.
10. vitrinde, 1980’de açılan Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’nin açılışı, ilk mezunları ve Müzenin açılışındaki tören ile ilgili malzemeler vardır.

11. vitrinde, Kıbrıs Barış Harekatında şehit olan Tabip Ütğm. Halil Akçiçek’in portresi, 2. Dünya savaşından kalan sahra tipi ecza dolabı, ilk yardım ve harp cerrahisi setleri bulunmaktadır.

12. vitrinde, Gülhane’nin kuruluşunun 50. yılı, Ankara Tıp Fakültesi’nin kuruluşu ve Etlik’teki Gülhane binasının ilk görüntüleri vardır. 13. ve 14. vitrin eczacılık ile ilgili olup, eski ilaç şişeleri, kutuları, harp paketleri, hassas teraziler ve ilaç yapım aletleri vardır. 15. vitrinde, Sağlık Astsubay Okulu albümleri, tıp kongreleri plaket örnekleri vardır. 16. vitrinde, Çankırı Darülşifasında bulunan yılan kabartmasının örneği bulunmaktadır.Salonların ortalarında bulunan 4 vitrinde de sırası ile, müzeye bağışlanan hekim kıyafetleri, I. Dünya ve Kurtuluş savaşında kullanılan eğere takılan sedye, hasta nakil arabası ve hasta taşıma vagonu örnekleri, 1900’lerin ilk yarısında sıkça kullanılan dezenfeksiyon, distilasyon vb. cihazlar ve harp aletleri bulunmaktadır.

Müze salonlarında vitrinlerin dışında sergilenen malzemeler de şunlardır.

1.   Diş kolleksiyonu: 1900’lerin başında Almanya tarafından hediye edilen ve 136 parçadan oluşan zengin diş protez örnekleri içeren bir kolleksiyondur.,

2.   1850’li ve 1900’lerin başlarında kullanılan askeri tabip ve askeri tıp öğrencisinin kıyafetlerinin örneklerini gösteren 4 manken.

3.   Otoklav, hasta taşıma arabası, sedye ve hasta koltuğu örnekleri.

Çağdaş müzecilik anlayışı ile düzenlenen GATA Tıp Tarihi Müzesi, yeni kolleksiyonlar ile  gelişme projeleri yapmaktadır. Özellikle Askeri Tıp Tarihi konusunda kendisini geliştirmeyi ve zengin dökümanlara sahip olarak izleyicilerini bilgilendirmeyi amaçlamaktadır.

Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor

Urla Tahaffuzhane Sağlık Müzesi Oluyor
İzmir'in Urla ilçesinde Karantina adasında bulunan ve ziyaret edilemeyen Tahaffuzhane'nin Sağlık Müzesi olacağı bildirildi. Antik çağdan kalıntıların da bulunduğu Karantina adasında bulunan Devlet Hastanesi'nin yeni binasına taşınması ile ada tamamiyle sağlık müze ve eğitimine tahsis edilecek.

EXPO 2020 teması ile de uyuşan sağlık müzesi düşüncesi, turizmciler tarafından çok geçikmiş bir adım olarak niteleniyor.

1800'lü yıllar, tüm dünyada kolera, tifüs, veba, sarı humma, çiçek gibi bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu yıllar. Bu salgın hastalıklardan korunmak amacıyla Osmanlı Devleti'nin ülkenin bir çok yerinde tahaffuzhaneler kurmuş. Bunlardan biri de Urla'da.

Tahaffuzhane, sefer sırasında yolcu ya da çalışanları arasında bulaşıcı hastalık görülen gemilerin karantina sürelerini geçirip, gerekli sağlık önlemleri alınıncaya kadar konakladıkları, hastaların iyileştirilmesi için büyük liman yakınlarına kurulmuş sağlık kuruluşları olarak tanımlanıyor.


Klazomen (Urla) Tahaffuzhanesi 1865 yılında, o dönemde sterilizasyon konusunda oldukça iyi durumda olan Fransızlara yaptırılıyor. Ada, ticaret gemileri ve yolcu gemilerince, özellikle de kuzey hac yolu için Anadolu, Rumeli, Bosna ve Rusya'ya gidip gelen hacılar için düşünülmüş ve işlevini 1950 yılına kadar sürdürmüş. Daha sonra günün koşullarına uygun olarak bir salgın ya da bulaşıcı hastalıklarda kullanılmak üzere ada üzerine Karantina Hastanesi yaptırılmış. Bina önce Deniz ve Güneş Tedavi Enstitüsü sonra Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılmış. 1986 yılında Urla Devlet Hastanesi olarak kullanıma açılmış.

Binası ve donanımıyla 148 yıldır ayakta olan Klazomen Tahaffuzhanesi ya da bugün bilinen adıyla Karantina Adası, Amerika'daki Ellis Adası ve Hırvatistan Dubrovnik'teki Zupa Dubrovacka Adası ile birlikte dünyada ayakta kalmayı başarmış, tescilli üç karantina adasından biri.


Klazomenai Antik Kenti'nin yanıbaşındaki adaya bugün bizi ulaştıran yol 1950 yılında inşa edilmiş. Ancak daha önce ulaşımı sağlayan iki yolun daha bulunduğu biliniyor. Biri tahaffuzhaneyi inşa eden Fransızlar'ın yaptığı, şimdiki yolun kuzeyine düşen köprülü yol. Diğeri de antik kalıntıları yolun hemen yanında görülen M.Ö. 6. Yüzyıl'da İskender Dönemi'nde yapılan mermer bloklarla döşeli yol.


Daha yoldayken bile tarihle, doğayla kucaklaştığınız, tatlı esintiyle içinize dolan oksijenle rahatladığınız yemyeşil adaya geldiğinizde sizi bir tabela karşılıyor. Sağlık Bakanlığı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Urla Karantina Adası Müdürlüğü. Kocaman tabelanın altında yine iki ayrı tabela var. Biri Urla Devlet Hastanesi'ni, diğeri İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi'ni işaret ediyor.

Sola dönüp tahaffuzhane binasının da olduğu eğitim merkezine yöneliyoruz. Çam ağaçları, palmiye ağaçları ve tertemiz bir deniz. Oksijeni bol, insanın ömrüne ömür katar denilen bir yer burası. İzmir İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Merkezi olarak kullanılan bölümde bugün Türkiye'nin dört bir yanından gelen Sağlık Bakanlığı çalışanlarına simülasyonlu ileri sürüş tekniklerinin yanı sıra ileri yaşam desteği eğitimleri de veriliyor.


Tahaffuzhane binası, Karantina Adası Müdürlük binasının az ilerisinde pembe bir bina. Deniz manzaralı bina sessizce selamlıyor sizi. Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu ile birlikte tarihi Tahaffuzhane binasına gidiyoruz. Yolda 2008 yılında göreve geldiği adada yaptıkları çalışmaları anlatıyor Koçoğlu.

Dr. Behçet Uz döneminde ağaçlandırılan adayı, son yıllarda da kurdukları seralarda üretilen bitkilerle yeşillendirdiklerini belirten Koçoğlu, adada kurum olarak binanın ve içindeki donanımın ayakta kalması için çalışmalar yapıldığını, ama buranın bir Sağlık Müzesi olduğunda gerçek değerini bulacağına dikkat çekiyor.

323 dönümlük arazi içinde 1000 metrekarelik bir alanda kurulu Tahaffuzhane binasının girişinde bir raylı sistem bulunuyor. Urla Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu, buradaki işleyişi Tahaffuzhane'yi gezdirirken anlatıyor.


Koçoğlu'nun verdiği bilgiye göre, yolcular adanın bir mil açığında demirleyen gemilerden filikalarla adaya getiriliyor, eşyaları da raylı sistemle binaya geliyordu. Yolcular eşyalarının içeri alındığı kapının haricindeki kapılardan içeri alınarak kayıt ve ön muayeneden sonra duş yerlerine gönderiliyordu. Önce kıyafetleri çıkartılıp numaralı filelere konuluyor, bu numaralar kişilerin bileklerine de yazılıyordu. Filelerdeki eşyalar 360 derece dönebilen dolaplarla soyunma odalarının arka tarafında olan görevlilere aktarılıyordu.


Görevliler kıyafetleri alıp dezenfeksiyon ve sterilazyon işleminin yapılacağı bölüme gönderiyorlardı. Kıyafetler, kişisel eşyalar ve gemide kullanılabilen ve yıkanabilecek eşyalar da dezenfeksiyon kazanlarında dezenfekiyon işlemine tutuluyordu. Yolcularsa kendilerine verilen sabun, peştamal ve takunyalarla sterilize edilmiş suyla yıkanıyor, duştan çıkanlara steril gisyileri teslim ediliyordu.


Gelen yolcular banyo işleminden sonra temizce doktor kontrolünden geçip üç gün adadaki tesislerde misafir ediliyordu. Üç gün süresince gemide salgına neden olabilecek fare ve zararlıların yok edilmesi işlemi de yapılıyordu. Bu arada hasta olan yolcular için de özel işlemler uygulanıyordu. Onlar adanın bir başka bölümüne tecrit bölümüne gönderiliyor, tedavi edilene kadar orada kalıyordu. Hastalıktan ölenlerse adada kendi usullerince yapılan dini törenin ardından sönmüş kireç dökülerek adanın doğusundaki mezarlığa gömülüyordu. Şaban Koçoğlu, bu şekilde adada yaşamını yitiren 300-350 kadar yolcunun yattığının söylendiğini anlatıyor.


Anlatılanlar sanki bir film senaryosu gibi canlanıyor gözümüzde. Bugün sadece rüzgarın sesinin duyulduğu adada, filikalardan eşyalarıyla birlikte telaşla inen kadın erkek, genç yaşlı farklı ülkelerden insanların koşuşturduklarını düşlüyoruz. Biliyoruz ki burası geçici yolcuların yanı sıra, binbir umutla ve acılarla gelen mübadillerin de ülkeye giriş noktası aynı zamanda. Kimbilir ne düşüncelerle adaya adımlar atıldı diye düşünmeden edemiyoruz.


Raylı sistemin olduğu ana kapıdan içeri girdiğimizde etüv kazanlarını görüyoruz. Bu araçların küçük onarımlarla bugün bile işlevsel olabileceğini öğreniyoruz. Urla Karantina Adası Müdürü Şaban Koçoğlu, "1984-1986 yıllarında Kemik Hastanesi olarak kullanılan Urla Devlet Hastanesi'nin sterilizasyon kazanlarının bozulması nedeniyle tahaffuzhanedeki otoklavlar iki yıl boyunca sterilizasyon işlemini yürütmüştü" diye anlatıyor.


Etüv kazanlarının olduğu yerdeki ahşap dolaplar hala çalışır durumda. Bu bölümün ardından banyoların olduğu bölüme geçiyoruz. Yerler mermer kaplı, duş kabinleri, duşluklar, zarif sabunluklar, askılıklar hala yerli yerinde. Koruma amacıyla yıllar boyunca kaba bir boyayla boyanmış olsa da müze projesi yaşama geçtiğinde her şey orijinal haline dönebilecek.


Tahaffuzhane binası tahmin edebileceğiniz gibi soğuk bir mekan. "Burası filmlerde gördüğümüz Nazi kamplarına benziyor biraz" deyince Koçoğlu, "Bunu ilk söyleyen siz değilsiniz. Burayı ziyarete gelen yabancılar da önce bir şaşırıp Almanya'daki Nazi Kampları'nı anımsattığını söylüyorlar. O zaman bizde şunu belirtiyoruz. O kamplar insanları öldürmek için yapılmıştı. Burada ise insanlar sağlıklarına kavuşuyordu diyoruz" karşılığını veriyor.

Tahaffuzhane binasındaki araçların küçük onarımlarla işleyebilecek konumda kalmasını sağlayan bir ekip de var elbette adada. Ekipteki en önemli insanlardan birisi, yaşamı adada geçmiş teknisyen Ahmet Özdemir. "Babam da burada çalışırdı, adanın bahçevanıydı" diyen Özdemir, iki yaşında geldiği adada etüv kazanlarını bugün çalıştırma belgesine ve bilgisine sahip tek kişi.


Dünyadaki örnekleri içinde donanımı korunan en iyi tahaffuzhanenin Klazomen Tahaffuzhanesi olduğuna dikkat çeken Şaban Koçoğlu'na müze projesinin ne aşamada olduğunu soruyoruz. "Bakanlıktan cevap bekliyoruz" diyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na iki yıl önce sunulan Sağlık Açık Alan Müzesi projesinin yanı sıra adaya gelen yol için de tarihi misyonla uyumlu bir Kazıklı Yol Projesi daha olduğunu öğreniyoruz.


Adanın kurulduğundan bu yana sağlık alanında hizmet verdiğine dikkat çeken Şaban Koçoğlu, projenin gerçekleşmesi durumunda Türkiye'deki ilk sağlık açık alan müzesinin İzmir'e kazandırılacağını belirtiyor. Müzede suyla tedaviden müzikle tedaviye farklı tedavi yöntemlerinin interaktif şekilde sunulması hedefleniyor. Sağlık alanında kullanılan yöntemleri, araçları sunmak, balmumu heykellerle, sesli bilgi sistemiyle, farklı dillerde gelen ziyaretçileri bilgilendirmek, adaya ilişkin arşivlerdeki fotoğrafları belgeleri sergilemek diğer hedefler.

Tahaffuzhane'nin bulunduğu adada, ambulanslara ilişkin de bir açık sergileme alanı yapılması planlanmış. Yurt dışındaki benzer müzelere girişlerin 70-80 Euro olduğuna dikkat çeken Koçoğlu, "Bizim binamız benzerlerinin yanında daha iyi donanıma sahip. Alanımız antik bir kentin ortasında, doğal güzelliklerimiz eşsiz. Niye böyle bir mekanı sağlık turizmine kazandırmayalım?" diyor.


Ülkeyi veba, tifüs, kolera gibi hastalıklardan korumak amacıyla inşa edilmiş ve bugün hala ayakta duran yapıları ve donanımıyla ada, gerçekten de böyle bir ilgiyi çoktan hak ediyor. Ada, aynı zamanda ana teması sağlık olan EXPO için değerlendirilebilecek çok önemli bir kültürel varlık.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı Adana'ya kaptıran (!) İzmir'de, kurumun yaptırdığı proje umarız daha fazla beklemez ve kısa sürede yaşama geçer. Bir sonraki ziyaretimizin müze açılışı için olmasını dileyerek adadan ayrılırken, sessizliğini bunca yıl koruyan tahaffuzhanenin kurulma amacıyla bir daha hiç kullanılmaması da bir başka dileğimiz oluyor.

(Fotoğraflar: Hüseyin Erciyas)

Bursa Sağlık Müzesi

Bursa Sağlık Müzesi
Sağlık Ocağı ve Kanser Araştırma Merkezi’nin faaliyet gösterdiği Muradiye Medresesi’nin koridorlarında,camekanlar içinde  sergilenen doktorların kullandığı eski tıp alet ve gereçlerinden ibaret olan bu küçük müze,henüz tam anlamıyla bir müze görünümünde değildir.

Konusuyla ilgili Türkiye’deki iki müzeden biri olan Sağlık Müzesi’nin bulunduğu Muradiye Medresesi ise görülmeye değer mimari yapıdadır. XV.yüzyılın ilk yarısında sultan II.Murad tarafından yaptırılan bu eğitim merkezinde avlu çevresinde sıralanmış,dershane ve yatakhane olarak kullanılmış olan 16 oda yer almaktadır.



src=/dosyalar/resimler/bursa_kitabi/image/287.jpg

25 Ağustos 2015 Salı

Eczacılığın Babası Olarak Anılan ‘Claudios Galenos’

Eczacılığın Babası Olarak Anılan ‘Claudios Galenos’

Bergama, iki bin yıldır aynı adı korumuş ender kentlerden biridir. Bergama Krallığı’nın başkentidir. Hipokrat ve Galen Asklepionlar(sağlık alanları ) da yetişmiş ünlü hekimlerdendir. Kullanılan yöntemlerde o kadar ileri gidilmiştir ki radyoaktif özellikleri daha bugünlerde keşfedilen şifalı suları o zamanlarda bu kentin hekimleri kullanmıştır.. Antik dönemde, Anadolu’da yapıldığı bilinen ilk tıbbi girişim olan beyin delme ameliyatları (trepenasyon) da Bergama’da yapılmıştır.
Antik Anadolu tıbbının, tıp tarihi açısından en önemli doktorları, kuşkusuz Hipokrates ve Galen’di. Hipokrates’in ortaya koyduğu nesnel nedenlere dayalı,gözleme dayanan, akılcı, uygulamaya dönük ve dinsel-büyüsel etkilerden sıyrılmış tıp anlayışı Galenle sürmüş ve ondan sonra Rönesans’a kadar değişmemiştir.
 
Galen, Antik Roma'nın en önemli hekimlerindendir.
Claude Galen ya da Bergamalı Galen; Yunanca Galenos, Latince Galenus olarak bilinmektedir. İslam dünyasında Calinus olarak da bilinir M.S. 130-201 tarihleri arasında yaşamıştır. Galenos batılı tababet literatüründe père de la pharmacie, islam aleminde ise şeyh üs-saydile olarak anılır…
Genç yaşta önce felsefe sonra tıpla İlgilenmiş, İzmir’e giderek orada da tıp eğitimi aldıktan sonra İskenderiye’ye geçmiş anatomiyle ilgilenmiş. Hipokrat tıbbını öğrenmeye çalışmıştır. Buradaki çalışmalarından sonra 28 yaşındayken çok iyi bir doktor olarak Bergama’ya dönmüştür. Geldiğinde gladyatör okulunda bir doktora gereksinim varmış ve bu göreve atanmıştır.. Böylece daha da önemli bir konuma gelmiştir. Galen’in tıbba yaptığı katkılar o kadar iyiymiş ki Ortaçağ tıbbı “Galen Tıbbı” adıyla anılmıştır.. Sağlıkçıların amblemi olan yılan ve kase hikayesini anlatmadan geçmemek gerekir. Rivayet odur ki Galenos'a bir gün sağlık sorunları olan bir adam getirmişler. Öncelikle şehir girişinde Virankapıda rahipler bakıp inceleyip içeri almışlar, giysileri çıkarılmış, adam uyku odasına götürülmüş, ama sayıklamalarından ve gördüğü rüyalardan bir türlü tam olarak ne yapabileceklerine karar verememişler. Galenos'un karşısına çıktığında adam ayakta duramayacak kadar bitkin bir haldeymiş. Bu nedenle, Galenos bakmış adam kötüye gidiyor, kendisinin ve hastanenin itibarını sarsmamak için "seni buradan göndermek zorundayım." , "Akrabalarına da haber vereceğiz, seni Virankapı'nın ilerisindeki ormanlık alandan alsınlar demiş." Böylece, içerde ölmeyecek ve Asklepios'un adına zeval gelmeyecektir. Hasta adam orada yakınlarını beklerken, acıları daha da katlanılmaz bir hale gelmiş. Tam bu sırada, bir süt kasesi etrafında hem süt içmeye çalışan, hem de birbirlerini engellemeye çalışan iki yılan kavga ediyorlar ve zehirlerini bir taraftan süte saçıyorlarmış . Adam bir an önce ölmenin hevesiyle, süt kasesini içmiş. İçtikten sonra bayılan hastayı, yakınları bulmuş ve ölmek üzere olan adam, dirilmiş. Bu olay Galenos'a anlatıldığında Galenos panzehiri bulmuş ve bunun sevinciyle o günden bugüne tüm sağlıkçıların amblemi olan ve şu an Bergama Müzesi'nde sergilenen heykeli yaptırmıştır.
Galen, tedavi çalışmalarının yanı sıra anatomi, fizyoloji, farmakoloji bilimleri ve de felsefeyle ilgilenmiştir.., tıbbi ekoller ve yöntemler arasında bir sentez kurmayı başararak teorilerini, "Doğa boşuna hiçbir şey yapmaz" ilkesiyle hayata geçirmiştir. Toplardamar ve atardamar arasındaki farkı kavrayarak kalbin anatomisini ve damar sistemini keşfetmiştir. Ses telleri siniri Galenos tarafından bulunmuştur.
Galenos'un önemli araştırma ve çalışma alanlarından biri botanik ilaç yapımı ve uygulaması olmuştur. Ününü de özellikle yeni geliştirdiği araştırma yöntemiyle kazanmıştır. Galen’e göre analizler, hastalıkların incelenip iyileştirilmesinin temelini oluşturur. Droglardan ilaç elde etmeye başlamış olduğundan da eczacılığın ve farmasötik teknolojinin babası olarak kabul edilmiştir.
500 kadar bitki, hayvan ve mineral drogların üzerinde çalışma yapmıştır., purgatif formülasyonları olan (bağırsakların üzerinde boşaltıcı etkisi olan ) drogları çoğu zaman kullanmıştır.
Larenksi (gırtlak) tanımlamış ve konuşma ile sesi birbirinden ayırmıştır.; böylelikle Larengoloji ve ses biliminin kurucusu olarak ta kabul edilmiştir. Anevrizma (kan damarlarının duvarlarındaki zayıflama sonucu bir balon gibi genişlemesi ) ‘nın tanımını ilk kez yapan kişi olmuştur. Kendisinden sonra gelen tıp bilginlerine eşsiz bir kaynak ve birçok anahtar miras bırakmıştır. Bu nedenle Bergamalı Claudios Galenos, Hipokrat'tan sonra tıp bilimine en büyük katkıyı yapan kişi olarak anılmaktadır.
Hipokrat Tıbbın, Galenos ise Eczacılığın babası olarak bilinir.
Galenos bir yandan da mesleğiyle ilgili birçok kitap yazarak kısa zamanda meşhur olmuştur...Galen'in 400 yazılı eserinden günümüze 100 kadarı ulaşmış, kilisenin korunmasına alındığı için hızla yayılmıştır. Ölümünden sonra arkasında, uzun bir dönem boyunca başvuru kitabı olarak kabul görmüş çok sayıda eser bırakmıştır. Galenos vücutta üç temel ve önemli organ sayar: beyin, kalp ve karaciğer. Tıpta "galen veni" olarak geçen beyindeki bir toplardamara ismi verilmiştir.
Galen 161 yılında Roma'ya gitmiştir.. Roma imparatoru Marcus Aurelius Antonius'un ona hediye ettiği ve Viyana devlet kütüphanesinde çizimi bulunan madalyonun üzerinde "Roma'lıların imparatoru Antonius'tan, hekimlerin imparatoru Galenos'a" yazdığı söylenir. Roma ordu karargahında ordu doktorlarından üçü imparator Marcus Aurelius'un ateşli bir hastalığın eşiğinde olduğunu iddia etmişlerdir. imparator, Galen'i huzura çağırtıp görüşünü ister. Galen; imparatorun içinde bulunduğu şartları ve yaşını göz önüne alarak sıkıntısının sadece hazımsızlık olduğunu tespit etmiş ve bu nedenle şarap ve biber yanısıra ayaklarının sıcak ellerle ovulmasını tavsiye etmiştir… ve sonuçta imparator iyileşir.. Sırayla, Marcus Aurelius, Commodus, Pertinax, Septimus Severus gibi Roma imparatorlarını da tedavi etmiştir.
Galenos 70 yaşında Bergama'ya dönmüştür ve burada ölmüştür..
Bergamalı Galenos’un heykeli, sağlık teması ile EXPO 2020’ye aday olan İzmir’in bu önemli ilçesinde 2012 yılında kentin kültürel hazinesine katılmıştır. Heykeli 3 metre uzunluğunda ve tıp biliminin simgesi olan yılan motiflerinin bulunduğu 4 metrelik bir sütun üzerindedir…
Bergama Galenos Heykeli Bergama Belediyesi tarafından yapılmıştır. Bu Eczacılık Tarihi Çalışması ile Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ‘e 2012 Altın Havan Ödülü verilmiştir.

Kaynak Link.