Nöroloji Tarihinden
Bağımsız nöroloji bir seksiyon olarak
gelişmektedir. Nöroloji ve PsikiAntikçağın en ünlü hekimlerinden biri, kendi
adıyla anılan tıp okulunun kurucusu. “Tıbbın Babası“ adıyla anılır. Hipokrat, İstanköy’deki
(Ege Denizi’ndeki Kos Adası) okulun en ünlü öğretmeni idi. Olasılıkla, İÖ.
460-361 yılları arasında yaşadı. Larissa’da (Teselya) öldüğünde 100 yaşını
geçmiş olduğuna dair söylentiler vardır. Ardında, kendisine atfedilen 70 eser bıraktı
(Corpus Hippocraticum). Tarihçiler, böyle bir kişinin gerçekten yaşayıp
yaşamadığı konusunda şüpheli. Hipokratik bilgilere göre tıp mesleğini icra eden
hekimlere “Hipokratik“ sıfatı verilmektedir. Takipçileri Hipokrat’ın şeceresini
baba tarafından Asclepius, ana tarafından ise Herkül’e dayandırmaktadırlar. Platon
ve Aristoteles ondan saygı ile bahsederler (Bkz. Platon, Phaidron). Bazı
eskiçağ yazarları , sadece kendi öğretisinin tanınması için Hipokrat ‘ın
İstanköy kütüphanesini yaktığını yazarlar. Bu eserlerin bir kısmının
öğrencileri tarafından, Hipokrat’ın ölümünden çok sonra yazıldığı ve içlerinde
birbirleri ile çelişen görüşler olduğu belirtilmektedir. Ancak Hipokrat, başta
Platon ve Aristoteles olmak üzere büyük düşünürleri daha antik çağda bile
etkilemiş, Arapça bilimin doğmasına büyük katkıları olmuş, Arapça bilimin Latinceye
çevrilmesi ile batı yeniden doğuş (Renaissence) hareketini de etkilemiştir. Tıp
ahlakı ve tıbbi olaylarda gözlem yöntemine verdiği önem bugün bile dikkat
çekicidir. Tıpta Hipokratik yemin geleneği (Hipokrat Yemini) hemen hemen bütün
dünya tarafından benimsenmiş ve kullanılagelmiştir. Hipokrat ya da Hipokratik
tıp geleneğini bu derece önemli yapan ve etkisinin yüzyıllar boyu sürmesini
sağlayan şey nedir? Bunun birkaç nedeni var; birincisi, tıp mesleğinin ahlaki
kurallara bağlı olduğu vurgulaması ve mesleği “Ulvi“ bir idealizme büründürmesidir.
Hipokrat bunu boş inanlar, gizemcilik üzerine değil tamamiyle doğal sebeplere
dayalı. (Naturalist) bir tıp düşüncesi üzerine oturtarak yapmıştır. Tıbbın, zor
öğrenilen ve öğrenimin tüm yaşam boyu sürdüğünü vurgulayan ünlü bir
aforizmasında
“Hayat kısa,
Sanat uzun,
Fırsat anlık,
Tecrübe riskli,
Karar vermek zor” demektedir.
Tedavide beslenme rejiminin
niteliğini üzerinde son derce ayrıntılı biçimde durmuştur. Hastalıklarla
beslenme özellikleri arasında doğrudan ilişki kurmuş; dinlenme, egzersiz,
seçilmiş bazı vakalar için hacamat, lavman, terletme uygulamaları önermiştir. Diyetetik
(doğru beslenme), iyileştirme sanatının temelidir. Hipokrat’a göre insanları
diğer hayvanların aksine, işlenmemiş gıdaları tüketemez. Bu yüzden ilk “Aşçı“,
aynı zamanda “İlk hekim“dir. Cerrahi uygulamalar da Hipokratik gelenekte
önerilmekle beraber bu karar ancak çok ayrıntılı bir inceleme ve karar
mekanizması uygulandıktan sonra verilebilir. Hipokratik tıp invazif
(Girişimsel) uygulamaları son çare olarak görse ve kaçınsa bile oldukça iddialı
cerrahi tedavi yöntemlerini de tanımlamıştır. Dağlama yöntemi bunlardan
biridir. Özellikle Arapça bilim tarafından benimsenen bu uygulama Avrupalılar
tarafından Haçlı Seferleri sırasında öğrenilmiş ve kullanımı Batı dünyasında
yaygınlaşmıştır. Eserleri Batı Tıbbı’nın temellerini oluşturmuş, Hastalıktan
ziyade “Hasta“ ya öncelik vermiş, kuramdan ziyade “Gözlem“ üzerinde durmuş,
felsefi görüşlerden ziyade “Tecrübe“ ve “Gerçeğe Saygı“ esası düşüncesinin
temelleri olmuştur. Doğrudan girişim ya da köklü değişimlere yol açacak
(Radikal cerrahi gibi) tedavi uygulamaları yerine ağırbaşlı/sağduyulu yaklaşımı
sağlık vermiştir. Bu görüşü, günümüz tıp eğitinin temel düsturlarından; doktorlara
tedavi konusunda karar verme aşamasında bir uyarı olan “Öncelikle; Zarar
Verme!“
Kaynak Link.
(Latince; primum nihil nocere)
aforizmasında özetlenir.
Hipokratik tıbba göre, doğanın
kendisi en güçlü iyileştiricidir. Bu yüzden hekimin amacı, doğal iyileştirici
güçlerle uyum içinde çalışacak teknikleri geliştirmek ve bir denge içinde
bunları hasta üzerinde uygulamaktır. Hipokratik metinler incelendiğinde sağlık
ve hastalığın coğrafi, antropolojik, sosyolojik, etnolojik, teolojik ve hatta devlet
ile ilişkili karmaşık bir bütünlük olduğu öne sürülmektedir ki bu görüş günümüz
için de aynen geçerlidir. Doğaüstü güçler, büyü ve her tür gizemcilik
reddedilir. Eğer dünya, doğanın tamamiyle ondan mamül bir parçası ise, tıp ve
sağlığın da dahil olduğu tüm kavramlar, doğanın bir parçasıdır. Eğer tanrılar
özgül bir olaydan sorumlu tutulursa, tüm olaylardan sorumlu tutulmaları
gerekir. Bu nedenle “Doğa“ heryerdedir. Hem dünyevi ve hem de uhrevidir.
Hipokratik tıp, dinsel uygulamaların iyileştirici etkisini reddederken, duanın
iyileşme üzerindeki yararlı etkilerini kabul eder. Felsefenin iddiaları şüphe
ile karşılayan ve sorgulayan tutumu takdir edilmelidir. Ancak sağlık hastalık konusunda
izlenecek yöntem; felsefi değil tıbbi olmalıdır. Ancak bu öğütler hekimi düşünmeden uygulayan
bir “Teknisyen“ düzeyine indirmez. Gerçek bir hekim, aklı, bilgisi ve geçmiş tecrübeleri
ışığında her vaka için belirli bir yolu izleyerek tanı ve tedavi konusunda
(Basmakalıp olmayan bir biçimde!) kararını verir. Bunu yaparken takındığı tavır
ve yaklaşım, mutlaka hastanın güvenini de kazanmaya yönelik olmalıdır. Mesleğin
şarlatanlar ve hokkabazlardan arındırılması için birtakım sınavlar, liyakat
belgeleri ve elemeler olmalıdır. Hipokratik yazılarda birçok kez mesleği
zehirleyen bu takım kişilerden yakınılmaktadır ve bu bilgilerden mesleğin daha
o dönemde bile böyle “Kurtçuklar“dan muzdarip olduğu anlaşılmaktadır.
Hipokrat, doktor-hasta
ilişkisinin niteliği ve sınırlarını tartışmış, bu konudaki görüşünü de, kendi
adını taşıyan yemin metninde özetlemiştir.
Apollon hekimi Asklepius’u, Hygea
ve Panakia’yı ve bütün Tanrı ve Tanrıçaları tanıklığa çağırarak yemin ederim
ki, gücümün ve aklımın yettiği kadar bu yemini aşağıdaki taahhütleri yerine getireceğim.
Bana bu sanatı öğreteni ana babamla bir tutacağım, onunla birlikte yaşayacağım,
gerektiğinde varımı onunla paylaşacağım, onun soyundan olanları kendi kardeşim
bileceğim, öğrenmek isterlerse bu sanatı parasız ve şartsız öğreteceğim; öğütleri,
dersleri ve bütün öteki bilgileri kendi oğullarımla ve bana öğretenin
oğullarıyla loncaya kayıtlı, hekimlik yasası üstüne yemin etmiş öğrencilerle
paylaşacağım, başkaca hiç kimse ile paylaşmayacağım. Gücüm ve aklım yettiğince
hastaların yararına yaşama kuralları göstereceğim, onları zarar ve
yaralanmalardan koruyacağım. Hiç kimseye, istese bile, ne öldürücü bir ilaç, ne
de böyle bir öğüt vermeyeceğim. Hiçbir kadına çocuk düşürtmeyeceğim. Yaşamımı ve
sanatımı kutsal ve saf olarak saklayacağım. Evlere, hastaların yararına
gireceğim. Bile bile yapılan ve yok edici olan her türlü kötülükten; özellikle
kadınların, erkeklerin, özgürlerin ve kölelerin vücutlarına karşı şehvet
duymaktan uzak duracağım. Tedavide ya da tedavi dışında insanlarla ilişkilerim
sırasında gördüklerim ya da işittiklerimden başkalarına anlatılmaması
gerekenleri sır bileceğim ve susacağım. Bu yemini bozmaz ve yerine getirirsem
bana iyi bir adla anılarak yaşamımda ve sanatımda başarı nasib olsun. Yeminimi
hiçe sayar ve bozarsam, bunların tersi olsun.
Yeminin bugün olduğu şekliyle yaygın
ve saygın hale gelişi ancak antikite ile Hıristiyanlık arasında köprülerin
kurulmaya başlandığı Batı Ortaçağı döneminde olmuştur. Sanıldığı gibi Aslında
yemin, hekim hasta arası bir sözleşmeden çok hekim ile hocası arasındaki güven saygı
ve sevgi ilişkisini yansıtmaktadır. Yemin, tıp hüviyetini taşıyacak hekimi
şerefsizlikten kaçınma; insan ve meslek sevgisini koruma yüksek amacına
yöneltir. Tıbbın felsefe ile ilişkisini vurgulayarak mesleği sanat düzeyine
yükseltmesi, hümanist tıp uygulaması ve müspet bilimci tıp anlayışını önermesi,
Hipokrat’ı ölümsüzleşmiştir.
Yemin, olasılıkla Hipokrat’ın
ölümünden çok daha sonraları oluşturuldu. Yazıldığı dönemdeki amacı ve neye
hizmet ettiği tam olarak bilinmiyor. Ancak bilinen şey; Batı Tıbbı’nın temel
felsefesini ifade eden “Yeni Pitagorasçı bir Manifesto“ olduğudur. Ötanazi ve çocuk
düşürmeye açıkça karşı olması da Yeni Pitagorasçılığı’nı ele vermektedir. Oysa
antikçağ ve sonraki dönemlerde bu iki uygulamada serbestçe yapılabilen
şeylerdi. Eskiçağlarda çocuk düşürme, bir doğum kontrol yöntemi olarak
benimsenmişti. Cerrahi yolla yapılan küretaj ise, anne hayatını da tehdit
edebileceğinden eleştirilmişti. Yeminde açıkça vurgulanan çocuk düşürme
eylemine tıbbi yardım yapılmaması; dönemin genel tıbbi eğilimi olmayıp sadece
Pitagorasçı geleneğe ait bir görüşün yansıması olarak kabul edilmektedir.
Eski çağlarda sağlık kavramı
zengin ve fakir için farklı şeyler ifade ederdi. Zengin için yalnızca hastalıktan
uzak kalma değil aynı zamanda estetik kaygıları da ifade ederdi. Zengin hasta,
yediği içtiği şeyler üzerinde tam bir kontrol demek olan doktor tavsiyeleri ile
önerilen egzersiz programı, banyolar ve istirahat gibi gündelik uygulamaları
tam olarak yerine getirmeliydi. Fakirler ise ancak aralıklı ya da düşük düzeyde
bir tıbbi hizmet görebilirdi. Böylece ya bir an evvel ayağa kalkıp işlerine
dönebilirler, ya da ölüp giderlerdi. Her iki durumda da sorunları çözülmüş oluyordu.
Hipokratik metinlerde köleleri tedavi etmenin aksi yönünde bir uyarı yoktur.
Ancak biliyoruz ki bu dönemde kölelerle hekimlerin asistanları ilgilenirlerdi
ve uygulanan tıbbın düzeyi veteriner tıbba benziyordu.
İdealde hipokratik hekimlerin
amacı sadece para kazanmak değildi ama sanatlarını icra ederek karşılığında bir
ücret alan zanaatkarlar gibi belli bir ücret almak onların da hakkıydı. Muayeneden
önce para telaffuz etme, özellikle ivedi girişim gerektiren durumlar için,
ahlak dışı sayılırdı. Metinlerde bahsedilen ideal hekimi bulmak isteyen parasız
hastalara şu İyon özdeyişi hatırlatılır; “Ödülsüz hüner olmaz“. Hipokratik
metinlerde tıbbi uygulamalar ve acı çekene yardım konusunda oldukça duygusal ifadeler
yer alır; ancak tıp sanatının sınırları da, güçlü ve keskin bir şekilde
hatırlatılır. Hipokratik hekim, tüm hastaları iyi edemeyeceğini bilerek,
ileride suçlanmamak için kimin öleceğini kestirmek zorundadır. Ancak bu
bilgisini hasta ile paylaşması önerilmez. Bunu, eldeki tıbbi olanakları toplum
sağlığı lehine, daha iyi kullanabilmek için yapar. Onu koruyan ve ne yapması
gerektiğini söyleyen Tanrıları olan Tapınak Rahibi’nin aksine hekim, oldukça
garip ve hassas bir mevkide bulunmaktadır, yalnızca hüner, başarı ve mesleğin gerektirdiği
yüksek ahlak düzeyini tutturmak hekimi koruyabilir. Hekim, hastaları tarafından
yargılanan, onları iyileştirmekten sorumlu olan bir teknisyendir. Maalesef
(Hekim açısından) hastalar, uygulanan sanatın sonuçlarını önyargısız olarak
değerlendiren ve kararını ona göre veren bir inceleme kurulu değildir. Günümüz hekimleri
ve hastaları için birincil amaç teşhise (Latince; Diagnosa’e) ulaşmak
işlemidir. Törensel bir biçimde belli bir sınıflamaya göre hastadaki sorunun
hangi hastalık kategorisine girdiği açıklanır. Hipokratik hekim. içinse bu
sonuç çok anlamlı değildir. Onun temel kaygısı hastalığın nasıl gideceği, sonuçlanacağı
(Latince; Prognosa) üzerinedir. Ancak günümüzdeki prognosa kelimesinin anlamına
ek olarak mevcut hastalığın hikayesini de içerir biçimde bilgi sahibi olmak
gibi bir düşüncesi de vardır Bu bilgileri hastaya ve ailesine açıkladığında hem
hüner ve bilgisi ile saygınlığı artacak ve hem de gelecekte olacakları
öngördüğü için bunlar ölüm ve benzeri kötü şeyler olsa bile suçlanmayacaktır.
Hipokratik tıpda hastalık bölgesel
bir olay değildir. Vücutta bulunan dört sıvının etkileşimindeki bir
dengesizlikten kaynaklanan ve kişiyi bir bütün olarak etkileyen bir süreçtir.
Bu dört sıvı; kan, siyah safra, kara safra ve balgamdır. Bu sıvıların dört
niteliği vardır; sıcak, soğuk, nemli ve kuru. İnsan vücudu, küçük bir dünyadır
(icrocosmos) ve evreni (Macrocosmos) oluşturan dört elementin özelliklerini yansıtır;
toprak, hava, ateş ve su. İşte bu üç ana gruptaki (Sıvılar, nitelikleri ve
elementler) etkileşimlerde oluşabilecek değişimler, hastalıkları oluşturur.
Bunun nasıl olduğu hipokratik metinlerde anlaşılır bir şekilde açıklanamamaktadır,
üstelik bazı metinlerde bu özellikler farklı anlatılır. Sağlık, dört sıvının
ahenkli bir denge halinde olmasıdır. Sıvılardan birinde fazlalık olursa,
“Dyscrasia“ (Anormal karışım) olur. İnsanlarda, kişilik özellikleri ile
ilişkili olarak bazı sıvılarda artış eğilimi olabilir, böylece hangi hastalıklara
yatkın olabilecekleri anlaşılabilir (Sanguine, choleric, phlegmatic,
melancholic gibi. Antikçağın hekimi için bu mantık çok uygundu. Yegane
laboratuar, kendi duyularıydı. Hastaya ait kan, ter, balgam, safra, akıntı gibi
türlü sıvıları, ilk kimyager olan burnu ile tanımak bazen de tatmak gerekli idi.
Hipokratik görüşe göre vücut hastalıklarla, fizyolojik işlevleri artırmak
yoluyla mücadele ediyordu. Hastalık, organizmanın içinde yaşadığı çevreye hakim
olma konusunda daha üst düzeyde karşılaştığı bir güçlük durumu idi. Dengeyi
bozan bir “kriz“ sırasında organizma salgıların miktarını değiştirerek bu
dengesizliği aşmaya çalışacak, kişi ölecek ya da sonunda iyileşecektir.
Hipokrat, kendisinden sonra en az 2000 yıl daha ilahi güçlere bağlı kutsal bir hastalık
olarak bilinen “Sara“ (Epilepsi) hastalığının da doğal nedenlere bağlı bir
hastalık olarak tanımlamıştır, epilepsi, diğer hastalıklardan daha kutsal
değildir. Hipokratik tıbbın “Sıvı Kuramı“ (Humoral Teori) epilepsinin de dahil
olduğu birçok hastalığı, neredeyse her şeyi açıklamaktadır. Bugün Anadolu’daki
ve dünyanın birçok başka yerindeki halk tababetinde görülen epilepsi ve felç
gibi bir çok tıbbi sorunun tedavisinde uygulanan hacamat (Kan alma), sülük
yapıştırma gibi uygulamaların kökeni Hipokratik tıpdır. Hipokrat’a göre
phlegmatic (Balgamın, diğer üç sıvı aleyhine olarak artması hali) bir anne ve
babanın çocuğu epileptik olarak doğabilir. Çünkü gebelik sırasında biriken
“Aşırı“ balgam, ceninin beynine zarar verebilir. Birçok antik düşünür bilincin
kaynağı olarak kalbi görürken Hipokrat, beyne işaret etmiştir
Doç. Dr. Okan BÖLÜKBAŞI
Ege Hastanesi Nöroloji ve Klinik Nörofizyoloji
Bölümü, Denizli, Türkiye
Kaynak Link.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder